Mustafa Kemal ATATÜRK ve Dış Politika

Dış siyasetimizde başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu, savunuyoruz ve savunacağız. ( 1921 )

Mustafa Kemal ATATÜRK ve Dış Politika

30 Ocak 2012 Pazartesi

Diplomasi Muhabirleri

Şirin Payzın


Şirin Payzın perşembe, cuma ve cumartesi günü yayınlanan "Ne Oluyor?"u hazırlayıp sunuyor.

2008-2009 sezonunda 360 derece ana haber bültenini, 2006-2007 sezonu boyunca hafta içi hergün 2 saatlik sabah haber kuşağı “Yeni Gün”ü Cem Öğretir'le hazırlayıp sunan Şirin Payzın, 3 sezon boyunca Yeni Gün Hafta Sonu programını hazırlayıp sunmuştu. Payzın, CNN TÜRK’ün kurulduğu 1999 yılında kıdemli diplomasi muhabiri olarak göreve başladı. 2002 yılının Eylül ayına kadar bu görevini sürdürdü.

Muhabir ve program yapımcısı olarak Pakistan’daki askeri darbe, AB Zirveleri, İsrail’de ikinci intifada, İran’da seçimler, Bağdat’ta yaşanan krizler, 11 Eylül sonrası New York’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu da dahil olmak üzere, sıcak haberleri CNN TÜRK adına yerinde izledi.

Bu dönemde aralarında Irak Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz, Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref gibi isimlerin de bulunduğu pek çok ülkenin lideriyle konuştu. Ankara’da diplomasi muhabiri olarak Türk dış politikasına dair haberler ve röportajlar yaptı.

2001 yılında “Dünyada Bugün” programını hazırladı ve sundu. Irak'tan izlenimlerini “Perspektif” programı için belgesel olarak hazırladı. 2003 yılının Mart ayında başlayan, Irak Savaşı sırasında ise TRT adına İran’a giden ve buradan özel bir program hazırlayan Payzın, CNN TÜRK’e geçmeden önce 1994-1999 yılları arasında ATV ana haber bülteni kadrosunda diplomasi muhabirliği yaptı.

ATV ve Sabah Gazetesi adına gittiği yurt dışındaki pek çok haber sırasında devlet başkanlarıyla özel röportajlar gerçekleştirdi.

1997’de Libya Lideri Muammer Kaddafi ile yaptığı özel röportajla Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ”Yılın Röportajı” ödülünü kazandı. “Hepsi Birer Güldünya” belgeseliyle “2004 Metin Göktepe Yılın Görüntülü Haber Ödülü”nü ve aynı yıl Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yılın televizyon röportajı ödülünü aldı.

Fransız haber kanalı TV 5 de yayınlanan "Kiosque" adlı haber programa yorumcu olarak da katılan Payzın CNN TÜRK için haber belgeseller hazırlamaya devam ediyor. Şirin Payzın CNN TÜRK'te hafta içi her gün 16.45'te 360º programını sunuyor.

Yüksek öğrenimini Fransa, Ankara ve New York'ta tamamlayan Şirin Payzın Fransızca ve İngilizce konuşuyor.

Diplomasi

Diplomasi


Diplomasi, uluslararası ilişkileri düzenleyen antlaşmalar bütünü; yabancı bir ülkede ve uluslararası toplantılarda ülkesini temsil etme işi ve sanatı ile bu işte çalışan kimsenin görevi, mesleği anlamına gelen uluslararası ilişkiler terimidir.

Diplomasi, politikayı uygulama vasıtasıdır. Dış politikaya bağımlıdır.

Sözlükte;

a. Antlaşmalar,
b. Temsilciler,
c. Temsilci mesleği,
d. Dış görevlilerin topluluğu

şeklinde dört anlamı içerir.

Mecazi olarak, güç bir görüşmede gösterilen ustalık anlamına gelir. Oxford sözlüğünde, uluslararası ilişkilerin müzakerelerle yürütülmesi ve yönetilmesi yöntemi; diplomatın işi, denilmiştir.

Alternatif tanımlara göre, Ambrose Bierce'den bir örnek:


"Ülke için yurtsever yalan söyleme sanatı".


Diplomasi

Diplomasi, bir ülkenin başka ülkelerle ilişkilerinde, kendi konumunu korumaya ve iyileştirmeye çalışırken, öbür ülkelerle dostluğunu yürütebilme uğraşı ve sanatıdır. Diplomatların işi zorbalığa dayanan çözümleri önleyici, barışçı çözümler getirmeye çalışmaktır. Diplomasi, devletlerin varoluşu kadar eskidir. Bir ülkenin bir başka ülkede sürekli temsilci bulundurması 16. yüzyılda başladı. 14.-16. yüzyıllar arasında topraklarını genişletmek ve güçlerini artırmak için birbirleriyle sık sık savaşan ülkelerin kralları ya da imparatorları çıkarlarını korumak, özellikle de ticaretlerini kollamak için başka uluslarla çeşitli antlaşmalar yaptılar. Yöneticilerin bu antlaşmaları yapmak üzere öteki ülkelere gönderdikleri kişiler başka işlerle de uğraştılar ama asıl işleri diplomasiydi.


Diplomasi Tarihi


Eskiçağda devletlerarası kimi konuların görüşülmesi için ülkeden ülkeye elçiler gönderilirdi. Bu elçilerin ayrıcalıkları vardı ve yaşamları güvence altında sayılırdı. Ortaçağda devlet başkanlarının aracıya gerek duymadan, mektupla ilişki kurduklarını biliyoruz. O dönemin en örgütlü devleti olan Bizans'ın ise elçileri vardı. Bu elçiler göreve başlarken and içerlerdi. Örgütlü diplomasi ilk kez İtalya'da doğdu. Ortaçağda İtalya çok sayıda krallığa bölünmüştü. Venedik, Floransa, Cenova, Pisa (Piza), Roma ve Napoli gibi kentler bağımsız birer devlettiler. Çoğu zaman bu krallıklar ya birbirleriyle savaşıyor ya da aralarında çeşitli dostluk antlaşmaları yapıyorlardı. Bu yüzden diplomasiye gereksinim duyuluyordu. İtalyanların başka ülkelere gönderdikleri temsilcilere büyükelçi ya da elçi, bu kişilerin yabancı topraklarda oturdukları yerlere de elçilik deniyordu. Başlangıçta genellikle belli bir soruna çözüm bulmak üzere gönderilen elçiler, iş bitince ülkelerine geri dönüyorlardı. Bunların birçoğu casus gibi hareket ediyor ve kendi ülkelerine yarayacak değerli siyasal belgeleri çalmak, rüşvet vermek ve yalana başvurmaktan hiç de çekinmiyorlardı. Floran-salı bir diplomat olan Niccolo Machiavelli kendi deneyimlerinden yola çıkarak, döneminin diplomatik uygulamalarını 1513'te yazdığı Hükümdar (II Principe) adlı ilginç kitabında anlatmıştır.

Başka ülkelerde sürekli elçilikler kuran ilk ülkenin Venedik Cumhuriyeti olduğu söylenir. Oysa, daha eski tarihli bir kayıtta Milano dükünün Cenova'da sürekli bir elçi bulundurduğu belirtilmiştir. 16. yüzyıl süresince, bağımsız İtalyan devletlerinden birçoğunda iki özel hükümet görevi geliştirildi. Bunlardan ilki siyasal konularla ilgili diplomatik görevlerdi. Öbürü de ticareti denetleyerek ülke yöneticisine rapor hazırlayan danışmanlık göreviydi. Bu iki görevin gelişimi, devletlerarasında daha yakın ilişkilerin kurulmasını sağladı. Bugünkü uluslararası hukukun temellerinin böylece atılmış olduğu da söylenebilir.

Eski Türk yazıtlarından ve Çin belgelerinden anlaşıldığına göre Türkler ile Çin İmparatorluğu arasında diplomatik ilişkiler vardı. Oğuz boylarının Mezopotamya'ya indikleri sırada Gazne Hükümdarı Mesut ile Selçuklu beylerinin görüşmeleri de diplomasi belgeleri arasında sayılır. Osmanlı Devleti güçlü olduğu dönemlerde sınırlardaki ve devletlerarasındaki anlaşmazlıkları gidermek için elçi gönderirdi. 1454'te Venedik, 1530'da Avusturya, 1532'de Fransa, 1583'te İngiltere İstanbul'da sürekli elçilikler kurdular.


Diplomatlar


1815 Viyana Kongresi'nde bir araya gelen büyük devletler diplomatik temsilcileri üç gruba ayırmaya karar verdi:

1- Devlet başkanlarına gönderilen büyükelçiler ve papalık elçileri;
2- Orta elçiler ve öteki temsilciler;
3- Gönderildikleri ülkede sürekli yaşayan maslahatgüzarlar.


Bu diplomatik sınıflandırma bazı değişikliklerle günümüzde de geçerlidir.


Diplomasinin Bugünü


Büyükelçi, bir devlet başkanının yabancı bir ülkedeki temsilcisidir. Büyükelçiler siyasal açıdan en önemli diplomatlardır. Çağdaş iletişim araçları elçilere kendi ülke hükümetleri ile doğrudan ilişki kurabilme olanağını yaratmıştır. Böylece büyükelçiler önemli konularda karar almadan ya da tasarılar yapmadan önce devlet başkanları ile görüşebilmektedir-ler. Bugün ülke halkları, başka ülkelerle diplomatik ilişkilerin nasıl yürüdüğü konusunda 19. yüzyıla göre daha fazla bilgi sahibidir. Gene de, güvenlik nedenleriyle bazı konuların halktan gizlenmesi gerekebilmektedir. Konsolosluklar, bir devletin yabancı bir ülkede bulunan yurttaşlarının kişisel ve ticari sorunlarıyla ilgilenir.

Birçok ülkede, üst düzeydeki görevlerin dışındaki tüm diplomatik görevler, üstün başarı gerektiren devlet sınavlarını geçenlere verilir. Birçok genç kadın ve erkek için diplomatik görev alanı çok çekicidir.


Diplomatların Hakları


4 Eylül 1984'te Türkiye'nin de imzaladığı 1961 Viyana Sözleşmesi'ne göre, uluslar savaş halinde olmadıkları sürece, diplomatik temsilciler görevde bulundukları ülkede bazı ayrıcalıklara ve haklara sahiptir. Bu haklara diplomatik dokunulmazlık denir. Diplomatik görevlilerin ve ailelerinin haberleşme özgürlüğü vardır. Kişi dokunulmazlığı kapsamında tutuklanamaz ve gözaltına alınamazlar. Yaşadıkları ve çalıştıkları binalara girilemez; arşivlerine el konulması söz konusu olamaz. Bir diplomatın görevde bulunduğu sürece, yargı ve gümrük bağışıklığı vardır. Ama, şiddete dayalı bir suç işlerse ya da bulunduğu ülkeye karşı kötü niyetli eylemlerde bulunursa ülkeyi terk etmesi istenebilir. Eğer ülkesiyle savaş çıkarsa kendisine hiçbir zarar gelmeksizin geri dönmesine izin verilir.

ULUSLARARSI İLİŞKİLER




ULUSLARARSI İLİŞKİLER

Daha önceleri siyaset biliminin bir alt dalı olan Uluslararası İlişkiler Disiplini 1900’lü yıllar ile beraber ayrı bir disiplin olarak gelişegelmiştir. Bununla beraber uluslararası ilişkiler ile siyaset bilimini birbirinden ayırmak neredeyse imkânsızdır. Ancak 20. yüzyılın başında Uluslararası İlişkiler, siyaset biliminin yanında ayrı bir ekol olarak yerini almıştır.
Uluslararası İlişkiler Disiplini genel manada üç bilim dalından oluşur:
1)Siyasi Tarih
2)Uluslararası Hukuk
3)Uluslararası Politika
Uluslararası İlişkiler, uluslararası sistemin güç mücadelesini tarihsel süreklilik içinde değişen egemen güçlerin ideolojik, siyasal ve ekonomik taleplerini yansıtır.
Uluslararası İlişkiler, başta devletler olmak üzere uluslararası sistem içerisinde yer alan çeşitli odaklar arasındaki öncelikle siyasal, hukuksal ve ekonomik ilişkileri inceleyen ve analiz eden bir bilim dalıdır. Bu anlamda eklektik bir disiplin olan uluslararası ilişkiler, dünyada yer alan toplumların siyasal, hukuksal ve ekonomik özelliklerinin ‘’dış’’a ilişkin yönlerini ele alarak irdelemektedir.
Uluslararası İlişkiler kavramını ilk defa XVIII. Yüzyılın sonunda J. Bentham tarafından kullanılmış ve bundan sonra da kullanılagelmiştir. Uluslararası İlişkiler bir tür dış siyaset bilimi niteliğine sahiptir. Uluslararası İlişkiler incelenirken devletler arasındaki barışa veya savaşa yönelik ekonomik, politik ve kültürel ilişkiler, uluslararası örgütlerin oynadığı rol, uluslar aşırı güçlerin yaptıkları etki ve devlet sınırlarını aşan mübadeleleri bir bütün olarak ele alınmaktadır.
Uluslararası İlişkiler Disiplini, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında ortaya çıkan dünyaya yeni ve daha barışçı bir şekil verme arayışındaki idealist düşüncelerin toplamı olarak gündeme gelmiş, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise diğer sosyal bilim alanlarından farklılaşarak bağımsız bir yapıya girmiştir. Bununla beraber Uluslararası İlişkiler Antik Çağlara kadar inmektedir esasında.
1919 senesinde bir kürsü olarak David Davies tarafından kurulan disiplin ülkemizde ise ilk defa 1958 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenime başlamıştır. Daha sonraki yıllarda ise İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi bünyesinde diğer üniversitelerde bir program olarak açılmaya başlamıştır.
Kısaca Uluslararası İlişkiler; uluslararası politikayı, uluslararası ekonomik ilişkileri, uluslararası hukuku ve uluslararası güvenlik ilişkilerini içerir.
Bir ilişki türü olarak Uluslararası İlişkiler M.Ö. 3000 ilâ 4000 yıları arasında hüküm süren Sümer şehir devletleri ile başlatılabilir. Kadeş Antlaşması ise en eski en önemli uluslararası belgedir. Yine M.Ö. Çin’deki devletlerin ilişkileri de bunun eski örnekleri arasındadır. Bununla beraber bir disiplin olarak Uluslararası İlişkilerin miladı olarak 1648 tarihli Vestfalya Antlaşması gösterilir. Vestfalya Antlaşması, 30 Yıl Savaşları ile Katolikler ve Protestanlar arasındaki savaşı sona erdirmiş ve dünyanın milli devletlere bölünmüş bir yapı arz ettiğini kabul ederek modern manada uluslararası ilişkilerin başlangıcı sayılmıştır. Ortaçağ sisteminin yerini uluslararası arenada devletler almıştır.
1919’da Uluslararası İlişkiler disiplininin doğmasında en önemli etken savaşı önleme ve barışı muhafaza etme düşüncesidir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında daha net olan Uluslararası sistem 1989 Berlin Duvarı’nın yıkılması ve akabinde SSCB’nin yıkılması ile daha kompleks bir hâl almıştır.
Disiplinler arası bir disiplin olan Uluslararası İlişkiler başta siyaset bilimi, tarih ve hukuk olmak üzere iktisat, sosyoloji, felsefe, coğrafya, psikoloji ve antropoloji ile devamlı bir ilişki ve etkileşim içindedir. Çalışma alanı çok geniş olan Uluslararası İlişkiler küreselleşme ve küreselleşmenin devlete ve topluma etkileri, sürdürebilir kalkınma, nükleer yayılma, terörizm, organize suçlar, milliyetçilik, insan hakları, çevre sorunları, güvenlik, çok uluslu şirketler, uluslararası örgütler, uluslararası kamuoyu, açlık ve su kaynakları, stratejiler gibi olguları incelemektedir.

ULUSLARARASI AKTÖRLER:

1)DEVLETLER: Uluslararası politikayı genel olarak devletler arasındaki siyasal ilişkiler belirlediği için devletler, uluslararası politikanın temel aktörleridir.
2)HÜKÜMET DIŞI AKTÖRLER: Hükümeti temsil etmeyen, lobi yaparak ya da başka bir şekilde uluslararası kamuoyunu harekete geçiren unsurlardır. Sivil toplum örgütleri, siyasal gruplar, baskı grupları, örgütlü çıkar grupları. Bunlara örnek olarak Ermeni Lobisi, Yahudi Lobisi gibi.
3)ULUSLARARASI ÖRGÜTLER: En az iki devlet tarafından oluşturulan uluslararası örgütlerdir. NATO, KEİB, NAFTA; SEATO, AB, EFTA, OPEC, OECD, ECO; UNCTAC, IMF gibi.
4)ULUSLARAŞIRI ÖRGÜTLER: Ulusal üstü örgüttür. Avrupa Birliği bu türden olup ulusal menfaatin yerine birliğin menfaatini esas alır.
5)ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER: Bu şirketler yatırım yaptıkları ülkelerin politikaları üzerinde de etki yapabilecek güce ulaşmışlardır. General Motors, Exxon, Ford, IBM, ITT gibi. Genelde bu tür şirketler ABD kökenlidir.
6)BİREYLER: Sınırlı da olsa bireylerin de uluslararası politikada etkileri vardır. Örneğin, Hint evsizlerine yardımı ile Rahibe Terasa, Afkika’da aç insanlara yardımı ile Bob Geldaf.

ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİ :

1)DİPLOMASİ TARİHÇİLERİ: Dış politika ve diplomasiyi bir sanat olarak görürler. Her tarihsel olay ve olguyu tek tek ve bütün ayrıntıları ile ele alırlar ve genelleme yapmazlar.
2)İDEALİZM: Birinci Dünya Savaşı sonrasında savaşı engelleme ve barışı sürdürme amacını taşımaktadır. Liberal teoriyi de içinde barındıran bu teoride devletler salt siyasi değil ekonomik ilişkilerle de birbirine bağlıdır. Savaş yıkıcı olmasından dolayı zararlı olarak görülür. ABD başkanı W. Wilson ile yükselişe geçen teori İkinci Dünya Savaşı ile itibarını yitirmiştir. İdealistler uluslararası sistemde devletlerin uyacakları kuralları geliştirerek sürekli barışı tesis etme amacı güderler. Dante Alighieri’nin Monarşi üstüne yazdığı eser ilk örneğini teşkil eder. Duc de Sully Dubios, Cruce Rousseau, Bentham ve İ. Kant uluslararası örgütlenme ile geliştirilecek hukuk kuralları sayesinde uluslararası barışın sağlanacağına inanırlar.
3)REALİZM: Uluslararası sistemin temel aktörü devletlerdir. Devletler çıkarları doğrultusunda hareket edip iktisadi ve askeri güç peşinde koşarlar. Güç dengesi ve çıkar ön plândadır. İkinci Dünya Harbi ile yükselişe geçen bu teorinin temsilcileri Thucydides, Morgenthau, Machiavelli ve T. Hobbes’tir.
Siyasal idealizmin, 1930’da Almanya’da Nasyonal Sosyalizmin iktidara gelmesiyle itibar kaybetmesi üzerine yerini 1970’lere kadar sürdürecek olan Realizm almıştır. Uluslararası politika herkesin herkesle çatıştığı bir kaos ortamıdır. Bu güç mücadelesinin aktörleri devletlerdir. Uluslararası politika milli çıkara dayandığı için devletler duygusal hareket etmezler yani ulusal çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yaparlar. Bu sebeple uluslararası hukuk ve uluslararası örgütler çok faydalı olamazlar. En önemli temsilcisi Uluslararası Politika kitabıyla Hans Morgenthau’dur.
4)YENİREALİZM/GERÇEKÇİLİK: Klasik ve neoklasik akımın bazı unsurlarını kabul etmekle beraber insan tabiatına vurgu yapar ve devletin ahlaki boyutunu reddederek bilimsel bir yaklaşım geliştirir. Bu teorinin kurucusu olarak da Kenneth Waltz kabul edilir. Uluslararası sistemin anarşik bir durum arz ettiğini söyler. Gücün askeri yönüne büyük ağırlık verilmesi, iç ve dış politika arasındaki etkileşimin önemsenmemesi, karşılıklı bağımlılığın göz ardı edilmesi gibi hususları eleştirir.
5)DAVRANIŞSALCI AKIM: Doğa bilimlerindeki bilimsellik ölçütünün sosyal bilimlerde de uygulanabileceğinden hareket eder. Dış politikada ölçülebilirlik ve karşılaştırılabilirlik konularını ele alır.
6)YAPISALCILAR: Kökeni Durheim ve Marx’a kadar uzanır. Özelliği toplumsal olayların bir bütün olarak irdelenmesidir. Dünya ekonomisi, üretim biçimi, toplumsal sınıflar arasındaki ilişkileri ön plâna çıkartırken, devletler sistemini ikinci plâna iter.
7)ÇOĞULCU PERSPEKTİF. Gerçekçi ve realist akımların izlerini taşıyan ve devlet merkezli bakış açısını zorlayan özellikle de karşılıklı bağımlılık olgusunu öne çıkaran bir yaklaşımdır. Devletler arasındaki siyasal sınırların giderek azaldığını, iç-dış politika arasındaki ayrımın oldukça güçleştiğini, uluslararası politikanın ekonomik olaylardan giderek daha fazla etkilendiğini savunmaktadır.

ULUSLARARASI İLİŞKİLER SİSTEMİ:

I-DIŞ POLİTİKAYI ETKİLEYEN FAKTÖRLER:

A)GENEL ORTAM:
1)Fiziki Çevre: Coğrafi/topografik yapı, denizler, mevki ve jeopolitik yapı, tabii kaynaklar..
2)Beşeri Çevre: Nüfus ve nüfus hareketleri, etnik ve dinsel farklılıklar..

B)İÇSEL ORTAM:
1)Sosyo-politik yapı:
a)Siyasal rejim,
b)Kamuoyu.
2)Karar Alma Süreci:
a)Karar alma zemini,
b)Karar alıcılar.
3)Dışsal Ortam:
a)Güç dengesi,
b)Uluslararası Hukuk,
c)Uluslararası Örgütler.

II-DIŞ POLİTİKA ANALİZİNDE GÜÇ YAKLAŞIMI:
1)Askeri güç/Ekonomik güç: Gücün temel öğeleri,
2)Gücün Üçüncü Boyutu:alanı, yelpazesi ve kapsamı.

III-DIŞ POLİTİKA ANALİZİNDE KARAR ALMA SÜRECİ:
1)Bilgi, imaj, algılama.
2)Durum tanımlama,
3)Seçenekler arasındaki tercih.
4)Karar alınması ve uygulanması.

IV-BAŞLICA DIŞ POLİTİKA AMAÇLARI:
1)Varolmaya ilişkin,
2)Güvenlik, prestij yelpazesi üzerine,
3)Uzun vadeli, jeopolitik ve ideolojik amaçlar,
4)Statükocu ve emperyalist amaçlar.

V)DIŞ POLİTİKA ARAÇLARI:
1)SİYASAL ETKİ ARAÇLARI:
a)Diplomasi,
b)Propaganda,
c)Siyasal araçlarla siyasal etki yaratma:
-Önlem Yoluyla:
*İkna,
*Vaat veya tehdit,
*Oldu-bitti,
*Çözüm önerme.
-Önlem Yoluyla:
*Diplomatik kanallarla,
*Sosyo-politik önlemler,
*Akeri mobilasyon,
*Diplomatik ilişkilerin kesilmesi.

2)EKONOMİK ETKİ ARAÇLARI:
a)Dış Ticarete İlişkin;
-Boykot,
-Ambargo,
-Abluka.
b)Fiziki Önlemler:

3)ASKERİ ETKİ ARAÇLARI:

4)KARMA ETKİ ARAÇLARI:

ULUSLARARASI İLİŞKİLER SİSTEMİNİN TARİHİ SEYRİ:

XVI. ASRA KADAR AVRUPA: XVI. asra kadar Avrupa’da siyasal örgütlemelerden söz edilemez. Milli devletler yok ve etnik ulus kavramı daha oluşmuş değil. Rönesans İtalya’sının en önemli özelliği diplomasi kurumlarını oluşturması ve geliştirmesidir. Diplomatların raporlarına çok önem verilmiş ve diplomatlar uluslararası bilgi kaynağı olarak görülmüştür.
XVI. ve XVII. YÜZYILDA AVRUPASI: Kilise ve manastırlar, monarklar ve küçük cumhuriyetlerin yerini hanedanlıklar ve bunların temsil ettiği merkezileşmiş siyasal üniteler almaya başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu, gücünün zirvesinde olup doğudan ve Akdeniz’den Avrupa’yı tehdit etmektedir. Osmanlı Türkiyesi, Avrupa’nın uluslararası siyasetinde etkindir.
XVIII YÜZYIL AVRUPASI: Diplomatik etki ve askeri kapasite bu asırda büyük devletler arasında nispeten eşit bir şekilde paylaşılmıştır. İttifaklar sürekli şekilde değişen çıkarlara dayanmaktadır ancak ideolojik amaçlı ittifaklar söz konusu değildir. Bununla beraber Osmanlı İmparatorluğu’na karşı dini-ideolojik ittifaklar kurulmuştur. Sistemde savaşlara oldukça sık rastlanmaktadır. Bu asrın en önemli özelliği güç dengesi kurallarının tam manasıyla uygulanmış olmasıdır. Gerektiğinde düşmanla bile ittifaklar yapılmış ve gerektiğinde tarafsız politikalar izlenmiştir.
XIX. YÜZYILDA ULUSLARARASI SİSTEM: Sıradan insanlar da siyasal yaşama katılmaya başlamıştır. Milliyetçilik hareketleri hız kazanmış, imparatorlukları zorlamaya başlamıştır. Diplomasi ve dış politika karmaşık bir hâle gelmiştir. Bilimsel ve teknolojik icatlar savaşlarda uygulanmaya başlamıştır. İdeolojik öğeler ortaya çıkarak çatışma ortamı yaratmaya başlamıştır. Bunun ilk örneği Fansız İhtilâlidir! Uluslararası sisteme yeni devletlerin eklenmesi ile uluslararası sistemin sınırları genişlemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük devletler arasındaki yeri sarsılmış ve Türkiye yeni ittifaklar yoluyla denge politikası izlemeye yönelmiştir. İmparatorluk Bununla beraber Avrupa’daki ittifak ve anlaşmaları ise kuşku ile izlemiştir.
XX. YÜZYILDA ULUSLARARASI SİSTEM: Devlet dışındaki aktörler de uluslararası politikaya katılmaya başlamıştır. Balkanlar’da milliyetçilik hareketleri Osmanlı Türkiye’sini fazlası ile rahatsız etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu denge siyaseti izlemeye devam etmiş ve imparatorluk içinde farklı ideolojiler öne çıkmıştır. I. Cihan Harbi sonrasında Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları da parçalanmıştır. Rusya’ya komünizm hâkim olmuştur. Nükleer silahlar ortaya çıkmıştır. İdeolojik çatışmalar uluslararası politikaya egemen olmuştur. İki büyük dünya savaşı bu asırda yaşanmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş dönemi ile İki Kutuplu Sistem dünyaya hâkim olmuştur. 1960’lardan itibaren gevşek iki kutuplu sisteme geçilmiş ve sınırlı bölgesel savaşlar yaşanmıştır. 1980’lerden 1990’lara kadar uluslararası sistemde yumuşama başlamıştır. Salt I-II görüşmeleri ile stratejik silahlar üzerinde ABD ve Rusya arasında anlaşmalar yapılmıştır.
XXI. YÜZYILA GİRERKEN ULUSLARARASI SİSTEM: Gorbachhev’un SSCB’nin başkanı olması ile komünist dünyada yenileşme hareketleri Sovyet sistemin sonu olmuştur. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ile İki Kutuplu Sistem çökmüştür. 1991’de ise Doğu Bloku dağılmıştır ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği parçalanmıştır. Körfez Savaşı ile de ‘’Yeni Dünya Sistemi’’ olarak adlandırılan bir sistemden bahsedilmeye başlanmıştır. İki Kutuplu Sistemin yıkılması ile uluslararası sisteme istikrarsızlık ve karmaşa hâkim olmuştur. Belirleyici öğe olan askeri güçten ekonomik ve mali yöne doğru bir kayma başlamıştır. Örneğin, Avrupa Birliği.

ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE BAZI TEMEL KAVRAMLAR:

Abluka: Bir devletin dışarı ile olan ilişkisinin zor kullanarak ya da tehdit yoluyla kesilmesi.
Açık Diplomasi: Diplomatik görüşmelerin, hak ve sorumlulukların kamuoyunun bilgi ve denetime açık olması.
Agremon: Atanan elçinin, atanılan ülke hükümeti tarafından kabul edilmesi.
Ambargo: Hedef ülkeye yapılan ihracat ve taşımacığa yasak getirmek.
Antant: Anlaşmaların sonucunda yapılan ortak hareket etme birlikteliği.
Antisemitizm: Yahudi aleyhtarlığı, Yahudi düşmanlığı.
Antlaşmaların Çatışması: Aynı konuyu işleyen anlaşma hükümlerinin birbiri ile bağdaşmaması.
Antlaşmaya Katılma: Antlaşmaya taraf olmayan ülke ya da ülkelerin sonradan o anlaşmaya dahil edilmesi.
Apartheid: Güney Afrika’da beyaz olmayanlara karşı uygulanan siyasal ve ekonomik ayrımcılık.
Arabuluculuk: Üçüncü bir devlet ya da uluslararası hükmî kişisinin yardımına başvurma.
Ardıllık: Yeni kurulan devletin eski devletin külfetini taşıması.
Asimilasyon: Bir toplumdaki etnik ya da kültürel azınlıkların hakim kültür içerisinde eritilmesi süreci.
Ateşkes: Silahlı çatışmanın geçici ya da belli süre durdurulması.
Ayrım Gözetilmeme İlkesi: Tüm devletler ya da yurttaşların arasında eşit davranılmasını öngörerek her türlü hukuksal ayrımın yasaklanmasıdır.
Bağımlılık: İki ya da daha fazla uluslararası politika biriminin simetrik olmayan bir etki ilişkisi içinde bulunmaları.
Bağımsızlık: Bir devletin başka devletlere siyasi, askeri ve ekonomik olarak boyun eğmeme durumu.
Bağlantısızlık: Bloksuzluk. Uluslararası politikaya kayıtsız olmayıp bilakis aktif bir politika izlerler. II. Dünya Savaşı sonrasında Hindistan, Mısır, Asya ve Afrika’da yeni bağımsızlığını kazanmış devletlerce kurulmuş bir teşkilat.
Barış İçinde Bir Arada Yaşama: SSCB’de ortaya atılan kapitalist ve sosyalist ilişkilerin savaşa yol açmadan sürdürebileceğini ileri süren yaklaşım.
Böl ve Yönet: Bir ülkenin iç çelişkilerinden faydalanarak çatışmayı sıcak tutup ilgili devletin güçsüz kılınması ve üzerinde denetim kurulması.
Casus Foederis: Birinin diğerini haklı yardıma çağırması.
Caydırma: Gelebilecek nükleer saldırıyı önlemek maksadıyla misliyle karşılık verebilme durumu.
Çevreleme Politikası: ABD’nin SSCB’yi çevreleyen ülkeleri yanına çekerek, kuşatma politikası.
Çok Başlıklı Füze: Birden çok nükleer başlık taşıyabilen füzenin aynı hedefi vurabilmesi.
Çok Taraflı Kuvvet: Batı Blokunda 1960’larda ortaya çıkan nükleer silahların kullanımı paylaşma stratejisi.
Daimi Tarafsızlık: Hem savaş hem barış dönemlerinde izlenen tarafsızlık politikası.
De Jure: Devleti ya da hükümeti tam, kesin ve hukuki olarak tanımak.
De Facto: Bir devleti fiili, dereceli, hukuki ilişkilerde sınırlı olarak tanımak.
Dengenin Dengeleyicisi: XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Avrupa’da, ittifaklar karşısında ittifaklar oluşturma veya denge anlayışında üçüncü öğede zayıf kalan tarafın yanında yer alarak dengeyi sağlamak.
Detant Sistemi: Marton Kaplan’ın uluslararası sistemi açıklayan teorisi. ABD ve SSCB arasındaki olumlu gelişmelerin varsayımına dayanır. SSCB daha açık toplum olmaya, ABD’nin ise muhafazakâr tutumunu yumuşatma eğilimine vurgu yapar.
Dış Borç: Bir ülkenin, ülke dışı kaynaklardan sağladığı para ve sair olanakları ödünç alması.
Dış Politika: Bir devletin dışa ilişkin siyasi, ekonomik, hukuki vb tüm tutumları benimsemekle beraber daha çok siyasi ve diplomatik ilişkiler olarak düşünülür.
Dış Politika Amaçları: Bir ülkenin dış politikasının yöneldiği genel hedeflerdir. Temel amaç öz varlığını korumak, savunmasını güçlendirmek ve son olarak uluslararası arenada etki yapmaktır.
Dış Politika Stratejisi: Dış politika amacına ulaşmak için yöneltilen genel politikalar.
Diplomasi: Geniş manada bir devletin tüm dış ilişkilerin; dar anlamda ise bir hükümetin belirli konulardaki kanı ve görüşlerinin diğer devletlerin karar alıcılarına iletmesidir.
Diplomat: Devletini uluslararası düzeydeki ilişkilerde temsil etmekle resmi olarak görevlendirilmiş özel kişilerdir.
Diplomatik Protokol: Diplomatik misyon üyeleri arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar bütünüdür.
Drago Doktrini: Arjantin dışişleri bakanı tarafından borçlu ülkelere zor kullanılmasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu ortaya koyan görüşü.
Eisenhower Doktrini: ABD başkanı Eisenhower’in Ortadoğu politikası. SSCB tehdidine karşı Ortadoğu ülkelerine askeri ve ekonomik yardım yapılması görüşü (1957). ABD’nin bölgede İngiltere ve Fransa’nın boşluğunu doldurma politikası.
Emperyalizm: Bir devletin kendi sınırları dışında yaşayan başka halklar üzerinde onların rızası olmaksızın denetim kurmayı amaçlayan dış politikası.
Esnek Karşılık Stratejisi: 1960’dan sonra NATO’nun kabul ettiği askeri strateji. Karşı bloktan gelebilecek saldırının niteliğine göre uygun şekilde karşılık vermeyi amaçlayan savaş politikası.
Etki Alanları: Bir devletin kendi çıkarları doğrultusunda egemenliği altında bulunmamakla beraber denetim hakkı iddia ettiği yabancı topraklar.
Etnosentrizm: Kendi etnik grubunun ya da kültürünün diğerlerinden üstün olduğu tezi.
Güç Dengesi: Bir güç karşısında onu dengeleyecek güç veya güçlerin varolması.
Güç Yaklaşımı: Çağdaş temsilcisi H.J. Morgenthau’dur. Devletler milli çıkarları peşinde koşarlar. Bu çıkarlarını gerçekleştirmek için de güce ihtiyaçları vardır. Silahlanma, ittifaklar oluşturma, tazminat alma, ‘’böl ve yönet’’ stratejileri güç artırmanın yollarıdır.
Haberalma: Bir devletin diğer devlet veya devletlerin gücüne, etkinliklerine ve olası hareket yönleri ile niyetlerine ilişkin bilgi toplaması.
Hakkı Yitirici Vazgeçme: Uluslararası hukuk kişisinin sahip olduğu haklarından tek taraflı vazgeçme durumu.
Hallstein Doktrini: Federal Almanya’nın Doğu Almanya’yı tanıyan devletlerle olan ilişkisini kesme politikası.
Harmel Raporu: 1967, NATO’nun Doğu ile olan ilişkilerini iyileştirmesine yönelik raporu.
Hiyerarşik Uluslararası Sistem: Bir devlet ile diğerleri arasındaki güç pozisyonu simetrik olmayan bir dağılım göstermektedir. Hegemonya kurma biçimi.
İç Sular: Esas hattın berisinde kalan deniz parçası.
İçişlerine Karışma: Bir ülkenin iç meselelerine müdahale etme.
İkinci Vuruş Yeteneği: Nükleer saldırı sonrasında karşı tarafa cevap verebilme yeteneği.
İlhak: Bir devletin bir başka devlete ait olan veya sahipsiz bir toprak parçasını kendi ülkesine katması.
İrrendentizm: Bir devletin başka ülkelerde yaşayan soydaşı ve yakınları üzerinde hak iddiasında bulunması ve toprak talep etmesi.
Kamuoyu: Genel manada belirli bir sorun karşısında fikir ve kanaat sahibi olan kişilerden oluşan grup.
Kapalı Diplomasi: Başka deyimle saray diplomasisi de denir. Görüşmeler gizli yürütülür.
Karar Alma Yaklaşımı: Davranışçı sosyal bilim anlayışı çerçevesinde sosyoloji, sosyal psikoloji, haberleşme ve örgüt teorileri ile ilgili olarak bir uygulama alanına sahiptir. Devlet, kendi adına resmi kararları alan karar alıcılar olarak tanımlanmaktadır.
Kendi Kendini Sınırlama: Hukuk, gücünü devletin varlığından alır. Hukukun belirli konularda kendini sınırlayarak siyasileri ilgilendiren konularda susmasıdır.
Kıta Sahanlığı: II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıktı. Karasularının dışında 200 metre derinliğe kadar olan deniz parçasını kapsar.
Kitlesel Karşılık Stratejisi: Karşı tarafın kullandığı silahın türüne bakılmaksızın nükleer silah ile karşılık verilmesi stratejisidir (1954).
Kadifikasyon: Uluslararası hukuk krallarının sistematik olarak yazılmasıdır.
Konferans Diplomasisi: İkiden fazla devlet temsilcisinin bir araya gelerek sorunları çözüme bağlama girişimleri.
Kültürel Diplomasi: Aralarında kültürel yakınlık olan ülkelerin daha da yakınlaşması amacıyla yapılan görüşmeler.
Manda Yönetimi: Vesayet sistemi. I. Dünya Savaşı sonrası müttefiklerin işgal ettikleri ülke halkalarına uygulamak istedikleri veya uyguladıkları vesayet sistemidir. Mandater devlet mandasından dolayı Milletler Cemiyetine karşı mesul tutulmuştur.
Mekik Diplomasisi: Her iki taraf üzerinde etkisi olan üçüncü ülkenin taraflar arasında aracı olarak sürekli görüşmelerde bulunması.
Meşru Müdafaa: Saldırıya karşı kendini koruma hakkı.
Montroe Doktrini: 18. ve 19. asırda ABD’nin yalnızlık politikası. Yani Avrupa işlerine karışmayacak buna mukabil Avrupalılar da Amerika kıtasına müdahale edemeyeceklerini ilan eden notası.
Mülteci: Siyasi olaylar nedeniyle ülkesini terke mecbur edilmiş ve herhangi bir ülkenin diplomatik himayesi altında olmayan kimselerdir.
Otarşi: Bir ülkenin iktisadi alanda kendi kendine yeterli hale gelmesidir.
Oydaşma Doktrini: Uluslararası hukuk kaidelerinin çoğunluğun rızasına göre ortaya çıktığını savunan yaklaşım.
Oyun Teorisi: Rakiplerin birbirilerini gözleyerek en yüksek faydayı elde etmek için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini saptamaya çalışan yaklaşım.
Parlamenter Diplomasi: Birleşmiş Milletler içerisinde çeşitli siyasal anlayışları temsil eden ülke temsilcilerinin yürüttüğü diplomasi.
Persona Non Grata: Diplomatik temsilcinin kabul edilmesine persona grata, kabul edilmemesine ise persona non grata denir.
Rıza Doktrini: Uluslararası arenada devletler ancak kendi rızaları ile kabul ettikleri kurallarla bağlıdırlar.
Sistem Analizi: Rasyonel karar vermede yardımcı olan tekniklerden yararlanma. Geniş anlamda tüm bilgi alanları arasında bir ilişki kurmaya çalışan sistem.
Tarafsızlık: Savaş halinde fiili ve hukuki olarak savaş dışında kalmak.
Thalweg Çizgisi: Ülke sınırları belirlenirken kullanılan hayali hat.
Tırmanma: Sınırlı bir çatışmanın giderek yoğunlaşması.
Ulusal Moral: Bir ulusun, hükümetinin dış politikasını savaşta ve barışta desteklemesi.
Ulusal Güç: Bir devletin sahip olduğu siyasal, askeri ve iktisadi güçlerinin toplamı.
Veraset Sistemi: Birleşmiş Milletler’de manda rejiminin yerini alan biçim. BM’nin 76-77 ve 79. maddeleri buna ilişkindir.

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İKTİSAT FAKÜLTESİ SİYASET BİLİMİ ve ULUSLARARASI İLİŞKİLER DİSİPLİNİ DERS PROGRAMI:
Türkiye’de ilk Uluslararası İlişkiler Kürsüsü’nün açıldığı İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünün Ders İçeriği:
İKTİSAT BİLİMİNE GİRİŞ : İktisat’ın temel prensipleri, teorileri, yapısının anlaşılması amaçlanır. Bu bağlamda kaynaklar ve kaynakların kullanımı, arz, talep, mal piyasaları, tüketici davranışlarını inceleyen teoriler ve firma teorisi konuları incelenir.
SOSYAL BİLİMLERDE YÖNTEM: Çeşitli alanlarda kullanılacak araştırma yöntemlerini, bilimsel veri toplama teknikleri incelemeyi amaçlar.
SİYASET BİLİMİNE GİRİŞ: Siyaset Biliminin temel konu ve kavramlarını anlatıp, tartışmak. Bu bağlamda siyaset, siyasi teoriler, devlet, egemenlik, demokrasi gibi konularla siyasi partiler, baskı grupları ve seçim sistemleri incelenir.
ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ: Bu disiplinle bir tanışma sağlama, bölüme hazırlanma amacında olan dersin teması; bir sosyal bilim olarak Uluslararası İlişkiler disiplininin tanımlanması, uluslararası politika, dış politika, ulus-devlet ve etnisite gibi temel kavramların açıklanması; sistem ve sistemdeki aktörler ve realizm, pluralizm ve yapısalcılık gibi farklı kuramsal yaklaşımların analizini irdelemektir.
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ: Türk Devrim Tarihi adı altında öncelikle devrim, toplum, devlet gibi temel kavramlar üzerinde durulur. Türk Devriminin geliştiği iklim irdelenir. Osmanlı Devleti’nin son döneminden Cumhuriyet reformlarını da içine alan dönem ele alınır.
TÜRK DİLİ: Dilbilgisi, akademik dil, etkin konuşma yöntemi, kompozisyon, dilekçe, mektup, telgraf, Türkçe’nin zenginliği, yapısı, Türk edebiyatı tarihsel gelişim içinde incelenir.
YABANCI DİL: Temel ve orta düzeyde İngilizce bilgisinin aktarılması, gramer ve kelime, okuma ve anlama üzerinde durulur.
ANAYASA VE HUKUKA GİRİŞ: Akademik ve iş hayatında yararlanacakları temel hukuki tanımlar öğretilir. Ayrıca temel hak ve hürriyetler; seçim ve parti sistemleri ile yasaları; hukukun tanımı, siyasal rejimler, yürütme, yasama ve yargı erki, 1982 Anayasası ışığında irdelenir.
BEDEN EĞİTİMİ: Kredisiz bir ders olup birinci yılda alınır.
GÜZEL SAN’ATLAR: Kredisiz bir ders olup birinci yılda alınır.
GLOBAL MODERNİTE: Küreselleşmeyle beraber 1989’dan bu yana global sarsıntılar yaşayan Dünya’da ortaya çıkan değişimleri, Türkiye ile ilişkili bir noktaya ağırlık vererek incelemeyi amaçlar. Bu kapsam içinde post-modernite, ideolojilerin sonu, modernitenin sonu, medeniyetler çatışması, post-sosyalist kavramlarla toplumsal düzeyde yaşanan bazı değişimler ve bunların uluslararası ilişkiler düzeyindeki açılımlarının değerlendirilmesi yapılır. Özellikle post-modernite çözümlemelerine ve post-kolonyal söyleme karşıt tutumlar irdelenir. Yeni Dünya Düzeninde GATT, Şangay Antlaşması, DTÖ ve BM’nin içinde bulunacağı oluşumların ne tür bir yapıya evrimleşebileceği tartışılır. Ders içeriği ise Soğuk Savaş döneminin siyasi ve tarihi analizi, Yeni Dünya Düzeni kavramı, medeniyetler çatışması, İdeolojilerin sonu, post-sosyalizm ve post-modernizm, BM, Dünya Ticaret Örgütü ve GATT’ın organizasyon yapıları, Şangay Antlaşması’ndan oluşur.
BİLGİSAYAR: Bilgisayar kullanımı, temel yazılım ve işletim sistemi öğretilir.
FİNANSAL MUHASEBE: Muhasebenin temel kavramları, muhasebenin tanımı, genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri, bilanço ve gelir tablosu, hesap kavramı ve plânı, defterler ve belgeler, ticari işlem hesaplarının izlenmesi, kasa ve banka, menkul kıymetler, alacaklar ve borçlar, öz sermaye, gelir ve gider hesapları üzerinde durulur.
İŞLETME: İşletme ve işletme yönetiminin temel kavramlarını kazandırmak amacını güden dersin içeriği; işletme ve işletme kavramları, işletme yönetiminin gelişimi, işletmenin özellikleri, işletmenin amaç ve kaynakları, işletmenin çevre ile ilişkileri, işletmenin çeşitleri, işletmenin büyüklüğü, işletmenin kuruluş yeri, AR-GE ve işletmenin fonksiyonları olan yönetim, planlama, üretim, insan kaynakları, koordinasyon, organizasyon, kontrol, karar verme, finans ve halkla ilişkiler konuları incelenir.
ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE TEMEL KAVRAMLAR: Dersin hedefi esas olarak iki dünya savaşı öncesi ve sonrasıyla, Soğuk Savaş Dönemi ve sonrasını kapsayan dönemlerin uluslararası terminolojisine kattığı kuramları incelemektir. Güç dengesi politikası, dış siyaset refleksleri, çevreme politikaları, küreselleşme ve yumuşama kavramları dersin ana eksenini oluşturacaktır. Ayrıca siyasi tarih, temel kuram ve yaklaşımlarla anlamlandırmanın yolu gösterilir.
SİYASİ TARİH: 19. asır dünyasını biçimlendiren temel olgu Fransız İhtilali sonrasında yaşananlardır. Milliyetçilik, sosyalizm ve benzeri ideolojik yönelimler Avrupa merkezli bir özgürlük anlayışı, sömürgecilik yarışı, dönemin dünyasının başat aktörleri, bunun toplumsal ve ekonomik yansımaları önemli olaylardır. Nitekim I. Dünya Savaşı XIX. asır dünya siyasetinde ideolojik, toplumsal ve kültürel yönelimleri de göz önünde bulundurarak yaşanan değişim süreci ve krizler incelenecektir. Devletler arasındaki ilişkilerin sosyo-ekonomik sonuçları, ittifaklar sistemi, İtalya ve Almanya gibi yeni güçlerin sahneye çıkışı, imparatorluklarda yaşanan erozyonlar ayrıntılarıyla ele alınacak. Fransız Devrimi sonrası şekillenen Avrupa politikası, Viyana Düzenlemesi, 1830 ve 1848 devrim süreçleri, sömürgeciliğin güç ilişkilerine etkisiyle ortaya çıkan bloklar. Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi dönüşüm süreci ve modernleşme sancıları, Amerika’daki, Orta ve Doğu Asya’daki gelişmelerin yanı sıra Ortadoğu’daki dengeler değerlendirilecektir. 20. yüzyıl iki büyük dünya savaşının, kanlı çatışmaların, diplomatik mücadelenin, siyasi ve ekonomik iniş çıkışların, kültürel anlamda modernizm, post-modernizm tartışmalarının yoğun olarak yaşandığı bir asır olmuştur.
SİYASİ DÜŞÜNCELER TARİHİ: Günümüz politik konuların temelini oluşturan siyasi düşüncelerin temel analizini, en temel siyaset felsefesi metinleri üzerinden öğrenciye sunmaktadır. Dersin temel amacı, öğrencinin siyasi düşünce tarihi ile felsefi disipline yakınlaşmasını sağlamaktır. Ders kronolojik olarak Kadim Yunan Felsefesi ve Roma Siyasi Düşüncesi, Hristiyanlık ve İslamiyet’in politika yaklaşımı, Avrupa’da Aydınlanma Çağı, Kuzey Amerika ve Avrupa’da devrimler çağını oluşturan düşünce temeli, emperyalizmin yükselişi, XIX. asırda kapitalizm ve sosyalizmin, 20. yüzyılda faşizmin yükselişi ve komünizm konularını içermektedir.
İDARE HUKUKU: Türk idari mekanizmalarının anlaşılması ve idari denetimin işleyişi, Türk İdare Hukuku’nun yapısı ve uygulamalarıyla açıklamaya çalışılacaktır. Dersin içeriği idare kavramının açıklanması, devletin anayasal ve idari yapısı, idari teşkilatlanma, İdari Hukuk’unun temel kaynakları, idarenin sorumluluğu, idari anlaşmalardan oluşur. Devlet ve vatandaş arasındaki uyuşmazlıklar, yargı süreci, soruşturma ve yargılama süreci incelenir.
TÜRK DIŞ POLİTİKASI: XIX. asır Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet dönemi Türk Dış Politikasının temel hedeflerini anlamaya yöneliktir. Dersin temel hedefi temel yaklaşımları aktarmak ve Türkiye’nin diğer ülkelerle ilişkilerini, toplumsal, politik bir perspektif içerisinde incelemektir. Dış politika yapım sürecine odaklanmak, sosyal ve iç siyasal gelişmelerin anlamlandırılması ve temel dış politika sorunlarının tartışılması amaçlanmaktadır. Türk Dış Politikasının temel aktörleri, Türkiye’nin Ortadoğu, Avrupa ve Amerika ile olan ilişkileri, Yunanistan ve Balkanlar, Rusya ve Orta Avrupa ile ilişkileri ve bunların iç politikaya etkisinin yanında Soğuk Savaş sonrası politikalar, uluslararası dinamikler dersin muhtevasını oluşturur.
STRATEJİ: Amaç disiplinler arası bir anlayış içerisinde uluslararası ilişkiler, işletme, finans, pazarlama, ahlâk bilimi öğretilerinin ışığında stratejik düşünebilme, stratejik analiz teknikleri geliştirebilme, bireysel düzeyde stratejik analizler yapabilmek hedeflenmektedir.
İKTİSAT TARİHİ: İktisatın geçmişten günümüze seyrini aktarmayı amaçlar. İktisat tarihinin doğuşu ve konusu, ziraat inkılabı ve sonuçları, ilkçağ ekonomileri, Roma İmparatorluğu, Avrupa Medeniyeti’nin coğrafi ve sosyal çevresi, erken Ortaçağ, ileri Ortaçağ, geç Ortaçağ, modern Ortaçağ, Modern Çağın başlarında Avrupa Ekonomisi, ekonomik güç dengesinin değişmesi, Sanayi İnkılabı, 19. yüzyılda sanayileşmenin yayılması, 20. yüzyılda dünya ekonomisi, yapısal değişmeler, savaşlar ve ekonomi dersin içeriğini oluşturur.
DİPLOMATİK KONUŞMA ve YAZIŞMA TEKNİKLERİ: Siyaset Bilimi, sosyoloji ve uluslararası ilişkiler gibi sosyal bilimler alanında yazılmış literatürü okuyabilecekleri ve tartışabilecekleri ileri düzeyde İngilizce’yi öğretmek amaçlanır. İleri seviyede gramer, okuma, dinleme; siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanında metin yazabilme becerisini geliştirmek dersin ana gayesidir.
SİYASET SOSYOLOJİSİ: İktidar ve güç ilişkilerini sosyal yapının ve siyasetin kesiştiği düzlemde incelemek amacı taşınır. Dersin içeriği siyaset sosyolojisinin temel yaklaşımları, modern devletin sosyo-politik oluşumu, toplumsal hareketler ve iktidar, sosyal-siyasal değişim ve küreselleşmedir.
AZGELİŞMİŞ ÜLKE SORUNLARI: Günümüzde ülkelerin eşitsiz gelişimi meselesi, Uluslararası İlişkiler disiplini bünyesinde yürütülen tartışmaların önemli bir kolunu oluşturmaktadır. Amaç bu eşitsiz gelişim ile küreselleşme arasındaki ilişkiyi analiz etme, teoriler ile ilgili bakış açısı kazanmaktır.
ORTADOĞU TARİHİ: Roma İmparatorluğu’ndan modern zamana kadar Ortadoğu’daki siyasi, iktisadi ve kültürel gelişmeleri incelemek amaçlanır. Bu bağlamda Ortadoğu’daki gelişmelerin küresel güvenlik politikaları ve dünya ekonomisi üzerindeki etkileri tartışılmaktadır.
19. YÜZYIL AVRUPA GELİŞMELERİ: Napolyon Savaşları’ndan I. Dünya Savaşı’na kadar olan süreci ele alır. Dersin içeriği Amerikan Bağımsızlığı ve Fransız Devrimi sonrası şekillenen yeni 19. yüzyıl Avrupa ve dünya üzerinden politik ve diplomatik analizlerdir. Napolyon Savaşları, Viyana Kongresi ve Restorasyon, Metternich Sistemi ve Avrupa İttifakı, 1830-48 İsyanları, Doğu Akdeniz’de Rus- İngiliz Çatışması, Alman-İtalyan Birlikleri, Bismark Sistemi, Uzakdoğu ve Afrika’da sömürgecilik, Amerika ve Japonya’nın konumu, Uluslararası sistemin küreselleşmesi, II. Wilhelm ve Bismark döneminin sonu, 1897-1913 Avrupa Krizi temel konulardır.
ORTADOĞU, BALKANLAR ve KAFKASYA GELİŞMELERİ: Türkiye’nin coğrafik konumu nedeniyle dış politikasını biçimlendiren öğeler büyük ölçüde komşuları ve yakın çevresinde yaşanan gelişmelere bağlıdır. Bu gelişmelerin stratejik analizi ve Türk dış politikasına muhtemel etkileri incelenir. Bölgedeki çatışmalar ve muhtemel çatışma nedenleri üzerinde durulur.
ULUSLARARASI EKONOMİK ÖRGÜTLER: Başta AB ve Dünya Ticaret Örgütü olmak üzere uluslararası iktisadi örgütlerin hukuki ve siyasi yapıları incelenir. Uluslararası örgütlerin uluslararası aktörler arasında işbirliğine dayalı ilişkilerin kurulmasına ve küresel yönetimin geliştirilmesine olan katkısı tartışılır.
OSMANLI TÜRK DİPLOMASİ TARİHİ: Modernleşme olgusu ideolojiler yüzyılı olarak adlandırılan 19. yüzyılın en tipik özeliklerinden biridir. Sonuçları köklü değişimlere işaret eden modernleşme, çok kavimli imparatorlukların politika araçlarını da yeniden biçimlendirmiş ve köklü dönüşümler meydana getirmiştir. Diplomasi 19. yüzyıl dünyasında kurumsal ve içerik olarak yeniden tanımlanırken Osmanlı diplomasisi de bundan etkilenecektir. 19. yüzyıl Osmanlı diplomasi geleneğinin modernleşme olgusuyla geçirdiği evrim ve tarihsel gelişim çizgisi içinde incelenecektir. 1815 Viyana Kongresi ile başlayan yeni düzende Bâbıâli’nin yeri, 1839 Tanzimat bürokrasisinin yarattığı kurumlar ve diplomasi anlayışı tartışılacak, ayrıca imparatorluğun yeni bir kimlik oluştururken diplomasiden yararlanma konusunda gösterdiği özen, 1856 Paris ve 1878 Berlin anlaşmalarının oluşturduğu düzen, Bâbıâli’nin izlediği denge politikası ayrıntılı biçimde ele alınacaktır. Malî ve siyasal sorunların doruğa ulaştığı bir bunalım dönemine denk düşen II. Abdülhamit dönemi ve İttihat ve Terakki’nin dış politikası anlatılarak, Cumhuriyet dönemine olan etkileri tartışılacaktır.
İKTİSADİ SİSTEMLER: Tanımlar, ilk görüşler, ilk çağlardaki iktisadi düşünce, Ortaçağ’daki iktisadi düşünce, İslami iktisat düşüncesi, Merkantilist düşünce, İktisat biliminin doğuşu ve Klasik Liberal Düşünce, klasiklere tepkiler, neoklasikler, modern iktisat dersin temel konularıdır.
TÜRK İKTİSAT TARİHİ: Türk iktisatının geçmişten günümüze seyri üzerinde duran dersin içeriğinde Osmanlı iktisadi ve sosyal tarihi, 16. yüzyıl itibariyle Osmanlı klasik sisteminde gerçekleşen dönüşümler, kuruluşundan bu yana Türkiye Cumhuriyeti ekonomisinin çözümlemesi, dünya ekonomisi bağlamında Türkiye Ekonomisinin tahlili yapılacak.
PARA TEORİSİ ve MAKRO EKONOMİ: Toplam arz-talep analizleri, ücret ve emek arzı teorileri, para ve maliye politikalarının etkinliği, tüketim-yatırım teorileri, neo-klasik ve neo-Keynesyen modeller, enflasyon ve işsizlik, para ve para politikası, para transferi mekanizmalarının işlev ve tanımları, para arzı ve para talebi, klasik ve Keynesyen sistemler, parasalcı yaklaşımlar, para politikası araçları incelenecektir
ULUSLARARASI HUKUK: Uluslararası Hukuk’un tanımı ve kaynakları, Uluslararası Hukuk’un kişileri, Uluslararası Hukuk- İç Hukuk’a ilişkin tartışmalar, Uluslararası Özel Hukuk, Uluslararası Ticaret Hukuku, İnsan Hakları, Deniz Hukuku, Hava Hukuku, Uzay Hukuku, BM ve diğer uluslararası teşkilatlar irdelenecektir.
MİLLİYETÇİLİK ve AZINLIK HAKLARI: Milliyetçilik akımlarının tarihsel altyapısını Renan, Fichte ve Anderson gibi teorisyenlerin yaklaşımlarıyla irdelemek amaçlanır. Ayrıca Smith ve Hayes odaklı azınlık yaklaşımıyla küreselleşme çağında azınlık hakları ve milliyetçilik arasındaki tartışmalar ele alınacaktır.
ULUSLAR ARASI GÜNCEL SORUNLAR: Küreselleşmenin uluslararası sistemdeki etkileri incelenerek, uluslararası ilişkilerdeki güncel konuları tartışmak amaçlanır. Uluslararası İlişkilerdeki güncel gelişmeleri takip etmeleri gereken öğrencilerin sınıf içindeki tartışmalara aktif biçimde katılmaları ve modern söylemi biçimlendiren konuları analiz etmeleri beklenir.
DEVLET YAPISI ve KAMU YÖNETİMİ: Kamu kurum ve düzenlemeleri konusunda belirgin bir okumayı sunma hedeflenir. Max Weber, Chester Barnad ve Herbert Simon gibi düşünürler ışığında tarihsel süreç içerisinde kamu teorileri üzerine çeşitli yaklaşımlar irdelenir.
ULUSLARARASI POLİTİKA ANALİZİ: Uluslararası İlişkilerin temel metinlerini incelemek ve uluslararası sistemdeki düzen ve değişim üzerine genel çerçeve sağlamak amaçlanır. Uluslararası İlişkilere ilişkin teorik bilgiler ve güncel değerlendirmelerle sistemin bugünü ve yarını hakkında analitik tahliller yapabilmek üzerinde durulur.
STRATEJİ ve SAVAŞ: Uluslararası sistem üzerinde askeri tarihin etkileri irdelenir. Bu bağlamda savaş teorileri tarihsel bir yaklaşımla, askeri tarihin biçimlendirici gücünü ilk çağlardan bugüne kadar analiz etmeye çalışmak. Yüzyıllar boyunca uluslararası düzeni etkileyen uluslararası aktörlerin stratejilerini kapsayacak ve sırasıyla savaş teorileri, öncesi ve sonrası, militarizm tarihi, savaşların araçları olarak silahların tarihi, savaş, Antik Yunan’da savaş, imparatorluklarda savaş, İskender ve Roma, din ve savaş; Ortaçağ, devletlerin bekası için savaş, Otuz Yıl Savaşları, monarşilerin savaşları; 18. yüzyıl savaşları, devrim savaşları, Amerika’nın Bağımsızlığı ve Fransız İhtilali; güç dengesi savaşları ve Napolyon Savaşları, güç savaşları, Doğu Akdeniz’de Rus-İngiliz Savaşı; milliyetçilik savaşları, Alman ve İtalyan birliği; modern savaşlara geçiş, Amerikan İç Savaşı, sömürge savaşları, Afrika ve Uzakdoğuda sömürgecilik; ulusların savaşları, I. Dünya Savaşı; ideolojiler savaşı, İspanya İç Savaşı ve II. Dünya Savaşı; Nükleer Savaş, Soğuk Savaş, Soğuk Savaş Sonrası ve gelişmeleri dersin ana konularını oluşturur.
ULUSLARARASI İLİŞKİLER FELSEFESİ: Uluslararası İlişkiler teorisyenlerinin, anlamlandırabilmek ve yaşanan dönüşümleri açıklayabilmek çabasında olduğu değişen uluslararası atmosfer, uluslararası ilişkilerin temelinde yatan felsefi kavramların tekrar gözden geçirilmesi amaçlanır. Uluslararası İlişkilerin temel konuları, erken dönem siyasi düşünce filozoflarından, 20. asır başyapıtlarının yazarlarına kadar geniş bir yelpazeyle ele alınacak ve düşünsel altyapıları irdelenecektir.

ULUSLARARASI İLİŞKİLER MEZUNLARININ ÇALIŞMA ALANLARI:

Bölümün amacı günümüzün dünyasını kavramak üzere uluslararası ilişkilerin disiplinler arası niteliğini içeren sağlam bir temel kazandırmaktır. Bölüm dersleri alışılmış stratejik siyasal yapılar tanımının ötesinde çatışma, güvenlik, dünya düzeni, imaj ve uluslararası yönler gibi çok çeşitli ve yeni konuları içerir.
Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden diploma alan talebeler çok geniş bir kariyer yelpazesinde iş olanağı elde etmeye yetecek entelektüel donanıma sahip olurlar. Bölümün mezunları Dışişleri Bakanlığı, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlıkları, AB Genel Sekreterliği, Rekabet Kurulu ve Sermaye Piyasası Kurulu gibi kamu kurum ve kuruluşlarında veya NATO, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi uluslararası örgütlerde çalışabilmektedirler. Mezunlarımız ayrıca, çeşitli yerli ve yabancı bankalar, dış ticaret ve denetleme firmaları, uluslararası şirketler, borsa aracı kurumları gibi özel sektör kuruluşlarında ve medya sektöründe de çalışma imkanına sahip olmaktadır. Lisansüstü çalışmalarının ardından mezunlarımız, akademide ya da özel sektörde kariyerlerini geliştirme imkânına sahiptir.
Öğrenci alırken değerlendirilen puan eşit ağırlık puan türüdür. 2000 yılı öncesinde Uluslararası İlişkiler Bölümü, Hukuk ve Kamu Yönetimi bölümleri gibi sosyal puan türünden öğrenci almakta idi. 2000 yılına kadar Hukuk ve Kamu Yönetimi gibi sosyal ve Türkçe-sosyal bölümlerin içinde birinci olan Uluslararası İlişkiler Bölümü tahtını Hukuk Fakültesine bırakmıştır. Bunda hiç kuşkusuz 2000 ve 2001 yılında yaşanan ekonomik krizle beraber yaşanan işsizliğin neden olduğu bilinse bile bundan başka bir çok üniversitenin oldum olası ve alt yapıdan yoksun biçimde bu bölümü açmaları, iktisadi bölümlerle çalışma alanların aynılaştırılması, öğrenci alımının eşit ağırlığa kaydırılması, açık öğretim yolu ile iktisadi bölüm mezunlarında sayının artması ve iyi eğitim almamış üniversitelilerin çoğalması, üniversitelerin bu bölüm için gerekli yabancı dil eğitimini verememeleri, kamunun istihdam konusundaki adaletsiz politikası önemli rol oynamıştır. Bununla beraber hala önemini muhafaza eden Uluslararası İlişkiler, küreselleşme çağında yeniliğe en açık ve son derece dinamik bir bilim dalıdır.
Uluslararası İlişkiler Disiplini ekonomik, kültürel, askeri ve politik açılardan değerlendirildiği heyecan verici, iç ve dış odaklı eğitimiyle kökleri kadim zamana dayanan çağdaş, siyasal bir ekoldür.






Kaynakça:
-Siyaset Bilimine Giriş, Prof. Esat Çam,
-Devlet, Sistem ve Kimlik, Prof. Atilla Eralp
-Kabileden Küreselleşmeye, Prof. D. Ülke Arıboğan,
-Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Prof. Faruk Sönmezoğlu,
-Uluslararası İlişkiler Sözlüğü. Derleyen Prof. Faruk Sönmezoğlu,
-Uluslararası İlişkiler, Prof. Hasret Çonak, Doç. Ahmet Nohutçu, Arş G. Y. Kilit Aklar

15 Mart 2011 Salı

Dış politika Sözleri

"YURTTA SULH, CİHANDA SULH" için çalışıyoruz. ( 1931 )



Milletler arası anlaşmazlıklar, ancak iyi niyetle ve genel çıkarlar adına karşılıklı fedakârlık yolu ile halledilebilir.



Bayrak, bir milletin bağımsızlık alâmetidir. Düşmanın da olsa hürmet etmek lâzımdır.

Milletimiz, insancıl, çağdaş gayelere değer verir ve teknolojik, endüstriyel ve ekonomik durum ve ihtiyacımızı takdir eder. Bunun için devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak kaydıyla... milliyet esaslarına uymakta olan ve memleketimize karşı saldırgan emel beslemeyen herhangi devletin teknolojik, ekonomik, endüstriyel yardımını memnuniyetle karşılarız... ( 1919 )

Dış siyasetimizde başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu, savunuyoruz ve savunacağız. ( 1921 )

Büyük hayaller peşinde koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. Efendiler; büyük ve hayali şeyleri yapmaktan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, kinini bu memleketin ve bu milletin üzerine çektik. Biz Panislamizm yapmakdık. Belki "yapıyoruz, yapacağız" dedik. Düşmanlar da "yaptırmamak için bir an önce öldürelim!" dediler. Panturanizm yapmadık! "Yaparız, yapıyoruz dedik, yapacağız dedik" ve yine "öldürelim" dediler! Bütün dava bundan ibarettir. Efendiler; bütün dünyaya korku ve telaş veren kavram bundan ibarettir. Biz böyle yapmadığımız ve yapamadığımız kavramlar peşinde koşarak düşmanlarımızın adedini ve üzerimize olan baskılarını arttırmaktansa tabii halimize, asıl durumumuza geçerli olan durumumuza dönelim. Kendimizi bilelim. Bu nedenle efendiler, biz hayat ve bağımsızlık isteyen milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı feda ederiz. ( 1921 )

Milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin çıkarları gerektirdiği takdirde, insanlığı meydana getiren milletlerden her biriyle medeniyet gereklerinden olan dostluk ve siyaset ilişkilerini büyük bir dikkatle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de, bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım. ( 1921 )

Askerî hareket, siyasî faaliyetin ümitsiz olduğu noktada başlar. Ümidin güven verici bir şekilde geri gelmesi orduların hareketinden daha hızlı, hedeflere varışı temin edilebilir. ( 1922 )

Dış siyaset bir toplumun iç bünyesi ile sıkı şekilde ilgilidir. Çünkü iç bünyeye dayanmayan dış siyasetler daima mahkûm kalırlar. Bir toplumun iç bünyesi ne kadar kuvvetli, metin olursa, dış siyaseti de o oranda sağlam ve dayanıklı olur. ( 1923 )

Dış siyaset, iç kuruluş ve iç siyasete dayandırılmak zorundadır, yani iç teşkilatın dayanamayacağı genişlikte olmamalıdır. Yoksa hayalî dış siyasetler peşinde dolaşanlar, dayanak noktalarını kendiliğinden kaybederler. ( 1923 )

Arzumuz dışarda bağımsızlık, içerde kayıtsız ve şartsız milli egemenliği korumaktan ibarettir. ( 1923 )

( Hatay davası ) Kırk asırlık Türk Yurdu düşman elinde kalamaz. ( 1923 )

Dış siyasette kuvvetli olabilmek için kuvvetli bir iç siyaset lâzımdır... Ancak bir siyaset, bir devlet ve millet siyaseti olmadıkça yaşayamaz. İnsanların hayatı kısadır...

Takip olunması akla uygun olan siyaset milletin doğal kabiliyet ve ihtiyacına uygun olanıdır. Bizim için ne İslam birliği ve ne de Turanizm mantıkî bir siyasi prensip olamaz inancındayım.

Artık Türkiye'nin devlet siyaseti milli sınırları içinde egemenliğine dayalı bağımsız yaşamaktır. Bugünkü milli hükümetimizin hareket kuralı budur. ( 1923 )

Bizim intikamımız, zalimlerin zulmüne karşıdır. Onlarda zulüm hissi yaşadıkça bizde de intikam hissi devam edecektir. ( 1923 )

Ben siyasi meseleleri de askeri vaziyetler gibi harita üzerinde mütalâa ederim ( 1924)

Son yılların hep harice âlet olan muharebelerini ispat etti ki Balkanların yekdireğiyle çarpışmaları kadar mânasız ve acınacak az macera bulunur.

Bu kardeş muharebelerinde ve milletler kendi aralarında boş yere yıpranmışlardır ve bir çaresi bulunmazsa bu kardeş boğuşmaları daha devam edebilir.Yetmedi mi, devam etsin? ( 1924 )

Türk ulusu, iki köklü nitelikle uluslararası ilişkilerde kendini göstermektedir. Bunlardan biri ulusumuzun kendini savunmak için sarsılmaz bir azim sahibi olarak saygı duyulmaya değer bir güçte olması, diğeri, ulusumuzun dostluklarına ve antlaşmalarına, durum ne olursa olsun, değişmez bir bağlılıkla uyacağına inanılmasıdır. Türk vatanı, ulusun bu yüksek niteliklerinin güvenine dayanarak ilerlemektedir. ( 1925 )

Biz, uluslararası ilişkilerde karşılıklı güven ve saygıyı amaçlayan açık ve samimi politikanın en ateşli taraftarıyız. Hassasiyetimiz, bu alanda ortaya çıkan durum ve yükümlülüklere karşı, bunların bizim için de geçerli ve gerçek bir güven sağlayıp sağlamayacağı noktasındadır. ( 1926 )

Dış siyasetimizde dürüstlük, ülkemizin güvenliğine ve gelişmesinin korunmasına dikkat etmek prensibi hareketimize klavuz olmaktadır. Köklü yenileşme ve gelişmeler içinde bulunan bir ülkenin hem kendisinde, hem koşullarında barış ve huzuru ciddi olarak arzu etmesinden daha kolay açıklanabilecek bir durum olamaz. Bu samimi arzudan esinlenen dış siyasetimizde ülkenin korunmasını, güvenliğini, vatandaşlarının haklarını herhangi bir saldırıya karşı bizzat savunacağı güç de özellikle önem verdiğimiz noktadır. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerimizi bu ülkede barış ve güvenliği koruyacak bir bir güçte bulundurmaya bunun için çok önem veriyoruz. ( 1928 )

Dış işlerinde dürüst ve açık olan siyasetimiz bilhassa barış fikrine dayalıdır. Uluslararası herhangi bir meselemizi barışçı yollarla çözümlemeyi aramak bizim çıkar ve anlayışımıza uyan bir yoldur. Bu yol dışında bir teklif karşısında kalmamak içindir ki, güvenlik prensibine onun vasıtalarına çok önem veriyoruz. Uluslararası barış havasının korunması için Türkiye Cumhuriyeti yapabileceği herhangi bir hizmetten geri kalmayacaktır. ( 1929 )

Komşuları ile ve bütün devletlerle iyi geçinmek Türkiye siyasetinin esasıdır. ( 1930 )

Barış prensibi insanlığın ilerlemesiyle paralel olarak kuvvetlenmektedir. Harpten büyük zararlar görmüş milletlerin bu prensibe daha büyük bir sadakat ve samimiyetle bağlı olacakları doğaldır... Bu prensibin bütün devletlerce temel siyaset sayılmasıyladır ki, medeniyet için ve milletlerin mutluluk ve refahı için en gerekli olan barış yerleşmiş olur. ( 1930 )

Türkiye'nin güvenliğini gaye tutan, hiçbir milletin aleyhinde olmayan bir barış istikameti bizim daima prensibimiz olacaktır. ( 1931 )

Avrupa devlet adamları, başlıca anlaşmazlık konusu olan mühim siyasi meseleleri, her türlü milli egoizmlerden uzak ve yalnız umumun yararına olarak, son bir gayret ve tam bir iyi niyetle ele almazlarsa, korkarım ki felâketin önü alınmayacaktır. Zira, Avrupa meselesi İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlıklar meselesi olmaktan artık çıkmıştır. Bugün Avrupa'nın doğusunda bütün medeniyeti ve hattâ, bütün insanlığı tehdid eden yeni bir kuvvet belirmiştir. Bütün maddi ve manevi imkânlarını, topyekûn bir şekilde, dünya ihtilâli gayesi uğruna sefeber eden bu korkunç kuvvet üstelik Avrupalılar ve Amerikalılarca henüz malûm olmayan yepyeni siyasi metodlar uygulanmakta ve rakiplerinin en küçük hatalarından bile mükemmel istifade etmesini bilmektedir. Avrupa'da vukubulacak bir harbin başlıca galibi ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya'dır. Sadece Bolşevizm'dir. Rusya'nın yakın komşusu ve bu memleketle en çok harbetmiş bir millet olarak, biz Türkler, orada cereyan eden hâdiseleri yakından takip ediyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan Doğu milletlerinin zihniyetlerini mükemmelen istismar eden, onların milli ihtiraslarını okşayan ve kinleri tahrik etmesini bilen Bolşevikler, yalnız Avrupa'yı değil, Asya'yı da tehdid eden başlıca kuvvet halini almışlardır. (1932 )

İtalya, Mussoli'nin idaresi altında şüphesiz büyük bir kalkınmaya ve gelişmeye erişmiştir. Eğer Mussolini, gelecekteki bir harbe İtalya'nın görünürdeki heybet ve azametini, harb haricinde kalmak suretiyle, gerektiği şekilde istismar edebilirse, barış masasında başlıca rollerden birini oynayabilir. Fakat korkarım ki, italya'nın bugünkü şefi, Sezar rolünü oynamak hevesinden kendisini kurtaramayacak ve İtalya'nın askeri bir kuvvet yaratmaktan henüz çok uzak olduğunu derhal gösterecektir. ( 1932 )

Bence, dün olduğu gibi yarın da Avrupa'nın mukadderatı Almanya'nın alacağı vaziyete bağlı bulunacaktır. Fevkalâde bir dinamizme sahip olan bu yetmiş milyonluk çalışkan ve disiplinli millet, üstelik milli ihtiraslarını kamçılayabilecek siyasi bir cereyana kendisini kaptırdı mı, ergeç Versay Antlaşması'nın tasfiyesine girişecektir. (1932 )

Bizim düşüncemize göre uluslararası siyasi güven ortamının gelişimi için, ilk ve en önemli şart milletlerin hiç olmazsa barışı koruma fikrinde, samimi olarak birleşmesidir. ( 1932 )

Dış siyasetimiz, başlangıçta kendisine çizdiği hareket şeklinden asla sapmamıştır. Dış siyasetimizin daima milletlerin refahına sebep olan barış içinde, memleketin gelişmesini amaç edinmiştir. Bu gelişmeyi, tam ve mutlak olarak, bütün milletlere de dileriz. ( 1933 )

Türkiye Cumhuriyeti'nin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta barış, dünyada barış gayesi, insaniyetin refah ve ilerlemesinde en esaslı etken olsa gerektir. Buna elimizden geldiği kadar hizmet etmiş ve etmekte bulunmuş olmak bizim için övünülecek bir harekettir. ( 1933 )

Milletimizin, savunma vasıta ve kuvvetlerine özel önem vermesi gerektiğini söylemek vazifemdir. Bizim içinde bulunduğumuz yakın çevrede barış idealinin memnuniyet verici ilerlemeler kaydetmiş olmasından teselli duyabiliriz. Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası barışı ve onun önemini kuvvetlendirmek için, kendi etki ve gücünün olduğu sahada aynı arzuda olanlarla beraber, hayırlı faaliyetlerde bulunmuştur. (1933)

Eğer harp bir bombanın patlaması gibi, birdenbire çıkarsa, milletler harbe mani olmak için silahlı mukavemetlerini ve mali güçlerini, saldırgana karşı birleştirmekte kararsızlık göstermemelidir. En süratli ve en etkili tedbir; muhtemel bir saldırgana , taarruzunun yanına kâr kalmayacağını açıkça anlatacak, milletlerarası teşkilatın kurulmasıdır. ( 1935 )

Eğer devamlı barış isteniyorsa kitlelerin durumları iyileştirecek uluslararası tedbirler alınmalıdır. Tüm insanlığın refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir. ( 1935 )

Coğrafi durumları ne olursa olsun, milletler birbirine bir çok bağlarla bağlıdırlar. ( Dünyada milletler bir apartmanın sakinleri gibi kabul edilir. ) Eğer apartman, sakinlerinden bazıları tarafından ateşe verilirse, diğerlerinin yangının etkisinden kurtarılmasına imkan yoktur. ( 1935 )

Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakikî sahibi öz Türk olan "İskenderun - Antakya" ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde, ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatını bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabiî görürler. ( 1936 )

( Fransız Büyük Elçisi'ne sohbet esnasında söylenmiştir: ) Ben toprak büyütme dileklisi değilim; barış bozma alışkanlığım yoktur; ancak antlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu almasam, edemem. Büyük Meclis'in kürsüsünden milletime söz verdim: Hatay'ı alacağım... Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem onun huzuruna çıkamam, yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilmem; yenilirsem bir dakika yaşayamam. Bunu bilerek ve sözümü mutlaka yerine getireceğimi düşünerek benim dostluğumu lûtfen bildiriniz ve doğrulayınız, Ekselâns Ambasadör... ( 1937 )

Bu benim şahsî meselemdir. Durumu Büyük Elçi'ye daha başlangıçta açıkça ifade ettim. Dünyanın bu durumunda, böyle bir meselenin Türkiye ile Fransa arasında silahlı bir anlaşmazlığa sürüklenmesi kesinlikle mümkün değildir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım ve kararımı vermiş bulunuyorum. Şayet ufukta, bu yolda binde bir ihtimal bile belirirse, Türkiye Cumhurreisliği'nden ve hattâ Büyük Millet Meclisi âzalığından çekileceğim ve bir fert olarak bana katılacak birkaç arkadaşla beraber Hatay'a gireceğim. Oradakilerle elele verip mücadeleye devam edeceğim. ( 1937 )

Yarın sabah bir tümen asker yollasam, Hatay'ı alabilirim. Renani için harekete geçmeyen Fransızlar için bir Suriye sancağı için bizimle harbe girmezler. Bunu da bilirim. Fakat ya bu sefer şeref ve namus meselesi yaparlarsa? Milletler belli olur mu? Ben bir sancak için Türkiye'yi harb tehlikesine sokmam. ( 1937 )

Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti aldatılır bir varlık değildir. Onu, aldatabilirim düşüncesinde bulunanların, işte asıl onların kendileri için telâfisi çok güç olacak derecede aldanmış olduklarına ve olacaklarına şüphe edilmemelidir. ( 1937 )

Barış yolunda nereden bir çağrı geliyorsa, Türkiye onu, gönülden karşıladı ve yardımlarını esirgemedi. ( 1937 )

Dünyada şimdiye kadar, başka başka milletlerin birlik yaptıkları ve asrılarca beraber yaşadıkları , tarihte görülmüştür. Bizim kurmak istediğimiz birliğin tarihte geçmiş olan birliklerin çok üstünde olmasını isteriz.

Tarihi bu kadar yüksek bir idealin esas temel taşı, yalnız geçici politika esaslarında kalmaz. Bunun esas temel taşları lâzımdır ki, kültür ve ekonomi cevheriyle dolu olsun. Çünkü kültür ve ekonomi her türlü siyasete yön veren esaslardır. ( 1937 ) - ( Balkan Antantı hakkında )

Milletleri antlaşmalardan ziyade hisler bağlar. ( 20 Mart 1937, Ulus Gazetesi )

Barış milletleri refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram, bir defa ele geçirilince devamlı bir özen ve dikkatli her milletin ayrı ayrı hazırlığını gerektirir. ( 1938 )

Çok zaman geçmeden Avrupa'da bir fırtına kopacak, bu müthiş kasırga dünyanın her tarafına yayılacak ve insanlık umumî bir harb felâketinin bütün kötülükleri ile bir kere daha karşılaşacak! Bu kanlı, tehlikeli durumda tarafsız kalmak, harbe katılmamak ve devlet gemisini bu fırtına ortasında hiçbir âniaya çarptırmadan yöneterek harb dışında ve barış içinde yaşamaya çabalamak bizim için hayatî ehemmiyeti hâizdir. ( 1938 )

14 Mart 2011 Pazartesi

Emekli Büyükelçi İnal Batu

 
inal batu, elçiye zeval olmaz programında, emperyalizmin kktc'ye uyguladığı ambargo, kardak krizi ve italyanın terörist başı yüzsüzlüğü konusundaki anılarını anlatıyor.

DIŞİŞLERİ BAKANI SAYIN İSMAİL CEM'İN BASIN TOPLANTISI (8 EKİM 1997)

DIŞİŞLERİ BAKANI SAYIN İSMAİL CEM'İN BASIN TOPLANTISI (8 EKİM 1997)

Efendim önce hepinize hoşgeldiniz demek istiyorum.

Bu basın toplantımızın amacı üç aylık süremizin bir değerlendirmesini yapmak. Burada bütün konulara değinmek imkanım yok tabii. Yani değinmediğim konular daha az önemli demek değil. Onları sual-cevapta da açabiliriz. Her konuya değil, bazı konulara değineceğim. Geçen defaki gibi bir yazılı metin veremiyorum. Sadece konuşmanın ilkelere ilişkin bir bölümüyle Yunanistan politikalarına ilişkin bölümünün notlarını toplantı sonucunda vereceğim ki, bunlar sadece iki bölüm. Bütününün notu olamayacak ve bir de bu değerlendirmeyle beraber geleceğe dönük bazı çalışmalarımız hakkında bilgi sunacağım.

Bu toplantı benim açımdan ve Bakanlığımız açısından bir başka şekilde önemli. Çünkü üç aydır birlikte görev yaptığım üst yönetimdeki arkadaşlarımızdan bazıları merkezdeki görev sürelerini doldurarak yeni görevlerine gidecekler. Ben bu arkadaşlarımıza sizin huzurunuzda teşekkür etmek istiyorum. Müsteşarımız Sayın Onur Öymen, Müsteşar Yardımcılarımız Sayın Ali Tuygan, Sayın Temel İskit, Sayın İnal Batu. Gerçi Sayın Batu biraz daha bizimle olacak merkezde. Kendisinden rica ettik, Kıbrıs konusunun, Türk-Yunan ilişkilerinin bu kadar ön planda olduğu bir dönemde, yılbaşına kadar bizimle beraber olabilecek. Hatta yılbaşından az sonrasında da. Ricamızı kabul etti ve Roma'da Büyükelçi olarak fiilen göreve başlamasını bir-iki ay geciktirerek bize merkezde yardımcı olacak. Sayın Altan Güven ve hepinizin çok iyi tanıdığı Sayın Ömer Akbel, yeni görevlerine başlamak üzere aramızdan, yani sadece merkezden, Ankara'dan ayrılacaklar. Kendilerine ben Sayın Öymen başta olmak üzere içten teşekkür borçluyum. Kendileri gibi birçok arkadaşımız gidecek. Ben sadece Müsteşar Yardımcılarımızın ismini verdim. Benim Bakanlıktaki en zor dönemimde, yani ilk aylarımda çok büyük katkıları oldu, hem Bakanlığımıza, hem şahsen bana. Bunun için kendilerine teşekkür ediyorum.

Şimdi efendim, bu üç ayın değerlendirmesini yaparken, ben biraz şöyle bakmaktayım : Dışişleri Bakanlığımızın çalışmaları, dünya ile ilişkilerimiz, bu üç ay, Türkiye'nin saygınlığını arttırmanın, Türkiye'nin menfaatini daha iyi korumanın, Türkiye'nin imajını yükseltmenin, özetle, eksileri artıya dönüştürmenin ilk mütevazi adımları olarak bu üç ayı değerlendirmekteyim ve bu üç aya biz belli ilkeleri açıklayarak, belli anlayışları açıklayarak başladık. Türkiye'nin küresel ilişkileri bulunan bir dünya devleti olabilme özelliğinin bilinciyle politikalar oluşturduk. Çelişkileri besleyen değil, çözümleyen bir anlayışla Türkiye'nin dış sorunlarına eğildik ve itimat telkin eden, tercihlerinde süreklilik taşıyan, verdiği sözleri tutan bir Türkiye anlayışımızı bu ilk üç ayın çalışmalarına yansıttık.

Ben bütün dış temaslarımda, bütün çalışmalarımda, özellikle de dış temaslarımda, Cumhuriyeti gerçekleştirmiş, Cumhuriyet ihtilalinin sahibi olmuş bir ülkenin temsilcisi olduğumu, 700 yıllık bir tarihi birikimin temsilcisi olduğumu, bütün dış temaslarında hem hissettim, yaşadım, hem de muhataplarıma hissettirdim.

Gene bu üç ayın değerlendirmesinde şu gözlemim oldu: Çağımızda bütün işlevler birbiriyle bağlantılı. Çok fazla bir iç-dış ayırımı olamıyor, çok net çizgilerle, ve bizim Bakanlığımız Türkiye'mizin dışarıdaki konumunu ne kadar güçlendirebilirse, ne ölçüde daha saygın kılabilrise aynen bu oranda Türkiye'nin iç ilişkilerine, iç sorunlarına da bir katkısı olduğunu farkettim. Bizim çok basit gözüken, çok sıradan gözüken bir dış ilişkimiz, bir dış çalışmamız sonuç olarak Türkiye'de bazı sorunların daha kolay aşılmasına bir katkı oluyor ve ekonomik gelişmemize bir nebze bir ivme kazandırıyor.

Sonra gene bu üç ayda getirmeye çalıştığımız anlayış, Türkiye'nin dış ilişkilerinin sınırlı aydın kesimin ilgi alanındaki soyut bir olay olmadığıdır. Dışişleri toplumun bütün kaygılarını, bütün umutlarını doğrudan ve yakından etkilemektedir. Dışişleri Bakanlığımızın konusu ve amacı, aynı zamanda halkımızın ekmeğidir, çocuklarımızın geleceğidir.

Gene ilk basın toplantımızda getirdiğimiz ilkelerle bağlantılı olarak şunu yaşadık ve gördük : Türkiye'miz 2000'li yıllarda dünyanın enerji kavşağı olmanın adayıdır. Kimliğimizin, tarihimizin ve coğrafyamızın bize sunduğu bu imkanı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışmaktayız ve bu ayrıcalığımızı ilgili öteki devletlerle ilişkilerde ayrıştıran değil, bütünleyen bir etken olarak kullanmaya çalışmaktayız.

Ve şunu da belirtmek istiyorum : Bugün bir S-300 füzeleri çirkinliğini dünya artık farketmekte ve kınamaktaysa, -bu sabah haberlerde izledim, Avrupa Komisyonunun Dış İlişkiler Sorumlusu da bu S-300'lere değinmiş- Ege konusundaki tezlerimiz nihayet kabul görmekteyse, AB daha üç ay önce kapatıp rafa kaldırdığı Türkiye defterini yeniden açmaktaysa, ülkemizin hakkı uluslararası platformlarda daha iyi savunulmakta ve ses getirmekteyse, Türkiye'nin görünümü haksız yakıştırmalardan bir ölçüde sıyrılmaktaysa, bunun kaynağında Dışişleri Bakanlığı çalışanlarının emeği, birikimi ve elbette, bütün olarak hükümetimizin girişimleri, çalışmaları yatmaktadır.

Şimdi çeşitli konularda gelişmeler oldu. Önce ben ekonomiden söz edeyim. Ekonomiyle başlayayım.

Bu üç ay içinde biz açıkladığımız ekonomiye ağırlık veren politikalarımızla Türkiye'nin ekonomik ilişkilerine dış siyasetin getirmesi icap eden siyasal altyapıyı getirmeye başladık. Daha doğrusu zaten getirilmekte olan bu siyasal altyapıya son üç ayın ivmesini kattık. Burada bazen yanlış anlamalara da yol açıyoruz toplumumuzda. Biz hiçbir zaman ekonomik konularla doğrudan ilgili olarak Bakanlıkların görevini üstlenmek, onların alanıyla ilgilenmek durumunda değiliz. Bizim yaptığımız bütün ekonomik gelişmelerin üzerine bina edildiği siyasi altyapıyı oluşturmak, dış siyasetin bu altyapıya katkılarını getirmek. Onu ötesi bizim işimiz değil. Fakat o siyasi altyapı konusunda da bir-iki örnek vermek istiyorum. Bir defa boru hatları konusunda bizim Bakanlığımızın çalışmalarının belli bir katkısı olmuştur. Üç ay önce konuşmuştuk, o konuşmamızdan sonra bizim hem Gürcistan'la hem Azerbaycan'la temaslarımız, ilişkilerimiz, çalışmalarımız -ben her iki ülkeye de gittim şahsen, benim de temaslarım oldu- bugün üç ay öncesine kıyasla petrol boru hatları konusu Türkiye'nin daha lehine bir noktada gözüküyor. Bunda bizim Bakanlığımızın önemli bir katkısı olmuştur. O dediğim siyasi altyapının oluşumuna biz kendi çabamızı, kendi emeğimizi, kendi bilgimizi ekleyebildik.

Sonra Balkanlar. Gene konuşmuştuk. Balkanlarda ekonomik işbirliği modelleri. Ne yapabiliriz? Mevcut modeller içinde nasıl geliştirebiliriz. Burada belli mesafeler alınmakta. Son olarak New York'ta Bulgaristan ve Romanya Dışişleri Bakanlarıyla, Müsteşarlarımızın da katıldığı bir özel toplantı yaptık. Üçlü bir toplantı yaptık ve burada üç ülkenin önce sınır kapılarının elektronik cihazlarla donatılması -ki bu çok önemli. Hem kaçakçılığın önlenmesinde, hem bazı uyuşturcu maddelerin bizlerin ülkelerini kullanarak batıya ulaşmasını engellemek bakımından çok önemli- konusunda bir müşterek hareket planı hazırladık ve uygulamaya koymaktayız. Gene o toplantıda bizim açımızdan çok önemli olan, Doğu-Batı Koridoru tabir edilen bir otoyol projesi var. Bu projeyle Türkiye'miz Batı Avrupa'ya bağlanacak ve ayrıca Romanya'da bu otoyolla bağlantılı olacak. Mesela böyle bir projenin de çalışmalarını birlikte başlatmaktayız.

Çin'den çok söz etmiştim. Zannediyorum Ocak ayı içinde Çin'e gideceğim. Çin'de Türkiye'nin ekonomik ilişkilerini geliştirmek yönünde şimdiden başladığımız hazırlıkları bir adım daha ileriye götürebileceğim.

Gene Balkanlar bağlamında söylemeyi unuttum, bu ayın sonlarında Makedonya'ya gideceğim. Muhtemelen gene bu ayın sonunda -daha henüz kesinleşmedi- Arnavutluk'a gideceğim ve daha sonra da diğer Balkan ülkelerine tek tek giderek Türkiye'mizin ilişkilerini, hem siyasi hem ekonomik ilişkilerini geliştirmeye çalışacağım.

Hep sözünü ettiğimiz, güvenlik, yani Dışişleri Bakanlığının temel işlevi olan güvenlik, ülke güvenliğine katkısı, ülke güvenliğinin korunmasına politikanın katkısı. Bu konularda da çalışmalarımız oldu.

Yunanistan'a ayrıca değineceğim. O da bizim bir komşumuz. Ona ayrıca değineceğim ama son üç ay içinde bizim güvenlik açısından, ekonomik gelişme açısından, ekonomik ilişki açısından sınır komşularımızla ne yapabiliriz, nasıl geliştirebiliriz? Bu bağlamda, Irak'la bir temasımız oldu. Sayın Müsteşar görüşmelerde bulundu. Hem de en üst düzeydeki muhataplarıyla görüşmelerde bulundu. BM kararları çerçevesinde elbette. Fakat Irak'la ekonomik ilişkilerimizi nasıl geliştirebileceğimiz konusunda bir ortak çalışma başlatıldı.

Gene komşularımızdan İran ile önemli bir adım attık. İyi niyetle biz bu adımı attık. İran tarafı da aynı şekilde bize olan ifadesinde aynen bizim gibi iyi niyetle hareket ettiklerini, iyi niyetle bir girişimde bulunduklarını belirttiler. Zannederim önümüzdeki ay karşılıklı olarak Büyükelçilerimiz göreve başlayacak ve burada benim ümidim, benim düşüncem, artık İran'la bizim onlardan şikayetimiz ne ise o, onların bizden şikayeti neyse o, bunları oturup, medeni bir şekilde konuşuruz ve medeni bir şekilde çözüm yoluna koruz. Karşılıklı olarak İran'ın Sayın Dışişleri Bakanıyla bu yaklaşımı sergiledik, bu yaklaşımı ortaya koyduk. Ümit ediyorum bu çok önemli tarihi komşumuzla, bundan sonra ilişkilerimiz gerçekçi bir şekilde, ihtiyatlı bir şekilde, fakat bir düzelme yoluna girebilir.

Suriye ile sorunlarımız devam ediyor. Orada bir gelişme olduğunu hiç değilse bugün için söyleme durumunda değilim.

Ortadoğu'daki anlaşmazlıklar bizi ciddi şekilde üzmekte ve Türkiye orada çok ilginç bir konumda. 1-2 kez dile getirdim. Mesela New York'ta İsrail Dışişleri Bakanı ile görüşmemde, -tabi Türkiye'nin kaygılarını hep anlattım, nelere dikkate ettiğimizi- şu izlenimi aldım. İsrail Türkiye'nin konumuna, bakış açısına, kişiliğine, gücüne, etkinliğine çok büyük bir önem veriyor ve saygı gösteriyor. Tesadüf aynı gün Filistin Dışişleri Bakanıyla görüştüm ve Filistin bize olağanüstü bir önem vermekte. Türkiye'ye bazı konularda müteşekkir, onu dile getirmekte ve Filistin Dışişleri Bakanı ile olan görüşmemde, -onu ben de hissettim, muhatabım da hissetti- duygu dolu bir görüşme oldu. Çünkü Filistin'in hakikaten çok büyük bir ezilmişliği var. Filistinlilerin uğradığı çok büyük haksızlıklar var ve orada o haksızlığın sonuçlarını, o haksızlığın yarattığı acıyı birlikte paylaştık ve Türkiye'nin çok önemli olan konumu burada ortaya çıkıyor. İsrail'le ilişkilerimiz gayet iyi, karşılıklı saygıya dayanan ilişkiler. Filistinlilerle gayet iyi ve buradan Türkiye'nin birçok konuda oynayabileceği olumlu rollerin, taşıyabileceği olumlu işlevlerin de işaretleri çıkıyor. Bunları bugüne kadar yaptık. Üç ay için konuşmuyorum, genel Türk dış politikası olarak umuyorum bundan sonra daha fazlasını da yapabileceğiz.

Kıbrıs konusunda Türkiye'nin tutumu, tavrı, yaklaşımı bellidir. Bunlar açıklanmıştır. Son olarak benim imzaladığım Ortaklık Konseyi Anlaşması ortadadır ve bu anlayışların, açıklamaların çerçevesinde Kıbrıs'ta Türkiye'nin şu aşamada daha çok ekonomik ağırlıklı girişimleri, destekleri devam etmektedir.

Gene Kıbrıs'da, Kıbrıs'ın meselesini anlatmakta zannediyorum belli ölçüde, çok küçük ölçüde, belli ölçüde demek bile yanlış, çok küçük bir ölçüde, biraz etkili olabildik. Yani hiç değilse bugün bir AB ülkesi AB üyeleri arasında ilk defa birisi, bana göre çok önemli olan birisi, İtalya, Kıbrıs'ta iki siyasi birimin, iki devletin, KKTC ve Kıbrıs Rum Cumhuriyeti'nin varlığını resmen kamuoyu önünde dile getirdi. Daha sonra da bu görüşünü teyit etti. Bizim basınımızda da bazı yanlış yorumlar oldu o konuda. Hatta bana özel olarak da teyit edildi ve Kıbrıs'ta bu S-300 konusunu -orada biraz kendi Bakanlığımıza pay çıkarıyorum- çok net, çok açık ve çok inandırıcı bir şekilde, bizim açımızdan itimat telkin eden bir şekilde dünyaya anlatmaya başladık. Hatta belli bir ölçüde de anlatabildik. Benim bütün dış temaslarımda, New York'ta bir hayli, çok yüksek sayıda Dışişleri Bakanıyla konuştum ve konuyla biraz ilgili olan, Ortadoğu ülkeleri, Akdeniz ülkeleri, BAB üyesi ülkeler ve Amerika. Bu ülkelerin Sayın Dışişleri Bakanlarıyla yaptığım bütün görüşmelerde özellikle S-300 konusunu işledim. Dış basınla olan temaslarımda gene S-300'leri işledim ve zannediyorum konuyu anlatabildim. Bu girişimin sadece Türkiye'nin güvenliği açısından değil, Doğu Akdeniz'in güvenliği açısından, hatta Ortadoğu'nun güvenliği açısından ne kadar önemli olduğunu, nasıl bir tahrikin ve yanlışın yapılmakta olduğunu, muhataplarıma anlattım ve zannediyorum muhataplarımı belli ölçüde ikna edebildim. Yani S-300'ler konusunu bizim Bakanlığımız gereğince dünya kamuoyuna, dünya Dışişlerine yansıtmıştır ve bunun sonuçlarını da belli ölçüde almıştır.

S-300'ler konusunda bir noktaya daha değinmek istiyorum. Şimdi, tabii dış siyasette daima olabilecek kötü senaryoyu dikkate almak ve ona göre hesap tutmak icap eder ve o çerçevede bizim Dışişleri Bakanlığı olarak düşüncemiz -hükümetin düşüncesine de katılıyoruz bu açıdan, ona da geleceğim- şudur : S-300 konusunda biz Dışişleri Bakanlığı olarak biz kendi görev alanımızda "bekleyelim, bakalım, belki bu S-300'ler gelmez, belki konuşlandırılmaz, onun için bekleyelim. Eğer yaparlarsa o zaman biz de politikalarımızı harekete geçirelim". Kesinlikle böyle bir yaklaşımda değiliz. Tam aksine, biz S-300'lerin Kıbrıs Rum Kesimi tarafından beyan edildiği üzere, oraya yerleştirileceğini hesaplayarak, hangi önlemi geliştireceksek, hangi politikayı geliştireceksek, şimdiden, bugünlerden başlayarak geliştiririz. Yani son dakikayı beklemeyeceğiz. "Belki de hiç gelmez, belki de onlar konuşlandırmadan önce biz anlaşırız" gibi bir düşüncede olmayacağız. Biz politikalarımızı şimdiden oluşturacağız ve zannediyorum olayın güvenlik boyutu, askeri boyutu da hükümetimiz tarafından bu çerçevede ele alınacak, bu şekilde yaklaşılacak ve "bekleyelim son dakikayı, bunlarda gelsin oraya konuşlandırılsın, ondan sonra da Türkiye öyle birşey yapar ki, ne yaparsa o zaman yapar" gibi bir yaklaşımda değil, tam aksine zamanı geldiğinde karşı önlemlerimizin alınmaya başlaması. Yani son günün beklenilmemesi. Bu da bizim çok paylaştığımız bir konudur.

Yunanistan meselesine kısmen gireceğim. Çünkü Yunanistan konusunda ayrıntılı denilebilecek bir not size sunulacak. Biraz da hassas konu olduğu için onu yazılı vermeyi tercih ettim. Kısaca değiniyorum. Yunanistan'la biz aslında bu üç ay ilk başlangıcında çok olumlu bir adımla yola çıktık. Yani biliyorsunuz, malum Madrid Zirvesindeki temaslar ve bunun sonucunda da bir uzlaşma, bir iyi niyet, bir diyalog metni, yani "görüşmeyle meseleleri çözeceğiz" anlayışı, bunu imzaladık ve doğrusu benim beklentim şuydu : Bu Madrid Uzlaşmasının ardından zaten Nisan ayında Yunanistan'ın ve Türkiye'nin birlikte kabul ettiği, o Akil Adamlar Komitesi denilen -ve çok güzel düşünülmüş o Akil Adamlar olayı, zaten Nisan ayında her iki tarafta da kabul ettiğini belirtmiş diyaloga da gireceğiz, artık barışla çözeceğiz diye anlaşma yapıldı. Benim beklentim, sadece benim değil Bakanlığımızın beklentisi, bu Akil Adamlar Kurulu'un çalışmaya başlayacağı ve kendi görevi icabı Türkiye ile Yunanistan'ın öne koyacağı, ortaya koyacağı bütün meseleleri inceleyecek ve vardığı sonuçları da iki ülkenin onayına sunacak. Yani beklentimiz buydu. Hatta ben biraz da bu konuya iyimser baktığımdan şunu da yaptım : Bakanlığımızda arkadaşlarımızdan rica ettim ve Yunanistan'a Türkiye'nin önerebileceği üç tane büyük ekonomik işbirliği projesinin hazırlıklarına başladık. Projeleri yeniden hazırlamak değil, zaten Bakanlığımızın geçmişte hazırlamış bulunduğu bazı büyük ekonomik işbirliği projelerini yeniden gözden geçirelim, hemen ardından Sanayi Odasıyla, Ticaret Odasıyla temaslar kuralım. Onlar gelip bir baksınlar ve biz de bunu Yunanistan'a önerelim. Benim düşüncem oydu. Toplansın bu Akil Adamlar, hemen onun ardından, onların sonucunu beklemeden böyle bir girişimde bulunacaktık. Şimdi bunların hiçbiri olmadı. Yunanistan gerçekten anlaşılması zor bir politika içine girdi ve birden bire mesela Akil Adamlar'ın toplanması Türkiye'nin Kardak konusunu Uluslararası Adalet Divanı'na (UAD) götüreceğini beyan etmesine bağlandı. Birtakım önkoşullara bağlandı bu Akil Adamlar'ın biraraya gelmesi. Oysa böyle birşey yoktu. O noktaya olay geldi ki, diyalog, "diyalog olur ama diyalog olması için önce Türkiye başvursun, Kardak konusunu UAD'na götürsün" gibi hiç olmayan ön koşullar yaratıp, bu diyalogtan, bu görüşmeden Yunan tarafı her nedense uzak durdu, uzak durmaya çalıştı. Bunun tabii nedenlerini biz değerlendirmeye çalıştık. Çünkü anlaması ve anlatması, anlaşılması zor bir durum. Diyor ki Yunanistan mesela, Eylül'de bu çok yoğunlaştı, "Türkiye Kardak sorununu UAD'na götürmezse, bunu açıklamazsa diyalog kesilir". Tavır bu. E peki biz Madrid'de imzalarken Temmuz ayında Kardak meselesi vardı. Türkiye Kardak meselesini UAD'na götürmek gibi hiçbir taahhütte bulunmamıştı, buna rağmen Yunanistan bir diyalog, uzlaşma, anlaşma metnini imzalıyor. Temmuz ayında. Kardak meselesi de var. Ama imzalıyor. Yani ikisini birbirinden ayrı tutuyor. Ondan sonra 1,5-2 ay geçtiğinde bize diyor ki, "Biz sizinle oturup görüşmek için, yahut o Akil Adamları toplamak için biz sizinle ancak şu şekilde bunu yaparız : Kardak meselesini UAD'na götürürseniz." Bu yaklaşım gelişti. Mesela, New York'ta Sayın Yunan Dışişleri Bakanının hakaretamiz ve bütün dünyada da kınanan sözlerle yaptığı açıklamada, dedi ki "Şu şu Türklerle biz diyaloga girmeyiz". Diyaloga girmeyiz, müzakere etmeyiz, görüşmeyiz gibi bir yaklaşım. Bunu Sayın Pangalos getirdi ve gene tabii bu Kardak meselesiyle de bir şekilde bağladı. Bu tabii çok çelişkili. Bir yandan Sayın Pangalos bunu söylüyor "Biz Kardak meselesini Türkiye getirmezse görüşmeyiz" diyor. Türkiye götürmüyor, böyle birşeyi yok. Bir yandan da mesela Yunan Başbakanı Başbakanımızla görüşme talebinde bulunabiliyor. Böyle bir çelişki. Bu Yunan politikasının biraz kendi iç çelişkileri, ondan kaynaklanıyor, biraz garip bir yaklaşımdan kaynaklanıyor. Ama sonuç olarak Yunanistan'ı anlamakta bir sıkıntımız var.

Şimdi tabi burada Yunanistan olayını değerlendirirken başka faktörlere de bakmamız lazım. Bir defa biz bu konuları dünya kamuoyuna ve ilgili Bakanlara çok iyi anlatmaya başladık.

Türkiye bir Yunanistan meselesini, bir Ege meselesini, bir Kardak meselesini her zaman iyi anlatmıştır ama zannediyorum Bakanlığımız tarafından biraz daha iyi anlatılmaya başlandı. Buna bir örnek olarak şunu söyleyeyim : Benim daha ilk temasımda dikkatimi çeken, özellikle AB Bakanlarıyla yaptığım konuşmalarda, lafın bir yerinde deniyor ki "Türkiye ile Yunanistan ilişkileri düzelse çok iyi olur. Bizim açımızdan çok önemlidir. Kardak konusunda Yunanistan çok hassas. Türkiye bu konuyu UAD'na götürebilir mi?". Yani hep geliyor, geliyor oraya geliyor konu. Şimdi biz burada biz bir çalışma yaptık. Yapılmış çalışmaları yeniden değerlendirdik ve şöyle bir tavır geliştirdik. Dedim ki "Bu bana söylendiğinde, bir defa iki ülkenin konusu olan bir meselenin çözümü tek bir ülkeden beklenemez". Bunu bir defa çok net koyuyorduk. "Siz niye bizimle konuşuyorsunuz? Eğer siz iki ülke, Yunanistan ve Türkiye'nin arasındaki meseleyi çözmek istiyorsanız, o zaman bir defa gidin Yunanistan'la da konuşun. Bu birincisi. Yani böyle iki de bir de sanki Türkiye tek başına herşeyin sorumlusuymuş gibi bizim önümüze getirmeyin." İkinci kullandığımız mantık şu oldu : Dedik ki "Siz bu konuyla, Kardak konusuyla ilgilisiniz. Bunu anlıyoruz. Bir de öneriniz var. UAD'na bunu götürün diye. Peki Kardak sizi rahatsız ediyor da 12 ada neden rahatsız etmiyor. Üstelik bu 12 ada, Kardak gibi çaresiz bir kaya parçası değil. Bu 12 ada tepeden tırnağa silahlanmış bir vaziyette. Silahlarını Türkiye'ye yöneltilmiş vaziyette ve bu silahlanma Lozan Anlaşmasına da, Paris Anlaşmasına da aykırı. Çünkü bu anlaşmalar diyor ki 'bu adalarda silahlanma olmayacak'. Oysa bir silahlanma var. Siz bununla neden ilgilenmiyorsunuz?" İkinci sualim "Kardak UAD'na götürülsün. Peki. Niye bunu bize söylüyorsunuz da Yunanistan'ın UAD kararlarına koymuş olduğu, getirmiş olduğu sınırlamayı, şerhi neden hiç dikkate almıyorsunuz? Yahut biliyor musunuz böyle bir şerh olduğunu?" Şimdi bir mahkeme diyor Yunanistan. Devamlı Batı Avrupalılar da bize söylüyor, "hadi işte götürün bunu, UAD çok ciddidir, çok doğrudur, buna gelsin konu" deniyor. E peki Yunanistan. Yunanistan şunu yapmış, UAD'nın yetkisini kabul ederken bir kayıt getirmiş ve demiş ki "Yunanistan'ın güvenliğine ilişkin meselelerini bu mahkeme görüşemez". Bunu da Yunanistan yapmış. Ha bir yandan Yunanistan kendine ilişkin, kendini zayıf gördüğü konuları o mahkemenin görüşmemesi için kayıt getiriyor, bir yandan da bize "hadi mahkemeye Kardak meselesini sunun" diyor. Şimdi bu çelişkileri çok anlatmaya çalıştık. Galiba da belli bir ölçüde başarılı olduk. Çünkü Batı Avrupalının ahlak ölçülerinde belli bir nokta vardır. Siz eğer objektif bir konuda, objektif olarak haklıysanız ve bu objektif haklılığınızı doğru bir şekilde anlatırsanız, o zaman kolay kolay kendilerini sizin karşınızda, o objektif gerçekleri bile bile, aksini yapan bir konuma düşürmek istemezler. Bu da onların ahlak sistemindeki olumlu taraflardan biridir ve orada tartışmaya dahi giremediler. Bunları söylüyorsunuz, diyorsunuz ki "O zaman sen söyle, niye ben Kardak meselesini götüreyim? Neden öteki konularla ilgilenmiyorsunuz? Niye sadece Türkiye'nin bir konusunu alıp alıp önümüze çıkarıyorsunuz?" Bunları zannediyorum çok iyi anlattık. Bunların belli ölçüde etkisi oldu.

Gene Yunanistan'la meselerimizde ilginç bir konu . Biliyorsunuz bu Ege üzerinde Yunanistan'la Türkiye farklı iki yaklaşıma sahip. Yunanistan diyor ki, "Ege'de Türkiye ile aramızda bir tek Kardak meselesi vardır ve bu Kardak meselesini, Ege konusundaki tek çözüm mercii UAD'dır. Dolayısıyla Türkiye Kardak meselesini UAD'na götürsün. Başka da birşey olmaz. Ege bundan ibarettir." Bu Yunan tezi. Basitleştirerek anlatıyorum ama tez bu. Bizim yaklaşımımız gene böyle çok basitleştirilmiş şekliyle "Yunanistan'la Türkiye arasında Ege'de çeşitli sorunlar vardır. Bu çeşitli sorunların çözümü, BM'in de öngördüğü çeşitli çözüm mekanizmalarından iki tarafın mutabık kalacağı mekanizmalardır." Bizim yaklaşımımız "Birden çok mesele var. Bu meseleleri çözmek için de birden fazla çözüm yolu var." Bu da bizim yaklaşımımız. Aslında bu iki farklı tez çok önemli. Bizim New York'ta olduğumuz günlerde ABD Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı. Açıklamanın konusu da "Ege'deki Türk-Yunan ihtilafları". Konu da bu. Orada kendi anlayışını getirdi. Şimdi çok ilginçtir. Amerika'nın getirdiği, Ege ve Türk-Yunan sorunlarına bakış açısı bizim bakış açımıza çok yaklaşan bir şekilde ortaya kondu. Yani Türkiye'nin bakış açısına ve bu tabii Ege açısından fevkalade önemli. Bölgede etkili bir devletin "Türkiye ile Yunanistan arasında Ege'de çok sayıda sorun olduğunu" beyan etmesi ve "bu soruların UAD dahil olmak üzere iki tarafın üzerinde mutabık olacağı çeşitli çözüm mekanizmalarıyla çözülebileceğini" beyan etmesi devlet politikası olarak son derece önemli. Ve bu tabi Türkiye'miz açısından da iyi bir gelişme. Nitekim Yunan basınında Sayın Pangalos'un yakışıksız sözleri bu açıklamaya duyduğu öfkenin bir sonucu olarak da yorumlandı.

Şimdi, biz aslında Yunanistan'la dost olmak istiyoruz. Bakanlığımızın politikası budur, hükümetimizin politikası budur. Ancak dost olacağız diye tabii ki menfaatlerimizi hiçe saymak niyetinde de değiliz. Elbette kendi menfaatlerimizi, kendi güvenliğimizi koruyarak, savunarak, önde tutarak dost olmak istiyoruz. Aslında Yunanistan'ın bu Türkiye'ye düşman diye bakmaktan, Türkiye'den korkmaktan belki de, efendim Türkiye meselesini bir çeşit iç politika malzemesi gibi kullanmaktan uzaklaşması lazım ve hakikaten Türkiye'ye dostça, iyi niyetle yaklaşması lazım. Eğer bunu yapabilirse biz bütün iyi niyetimizle Ege'yi bir dostluk köprüsüne dönüştürmeye hazırız. Bunu daha önceki hükümetlerimiz de ortaya koymuştur. Bizim politikamız da budur ve bu konuda Yunanistan'ın biraz daha akl-ı selim ile davranmasını beklemekteyiz.

Bir başka önemli konu, Avrupa Birliği. AB'ni de gene hatırlarsanız burada konuşurken ben politikamızı açıklamıştım. "Elbette bizim açımızdan önemli bir hedef, önemli bir sorun olduğunu" söylemiştim ama "Türkiye tek bir konuda, tek bir saplantıda kendi geleceğini aramak gibi bir çaresizlik içinde değildir" demiştim ve "bu hedefin gerçekleşmesi için Bakanlığımızın da şahsen benim de çok gayret sarfedeceğimizi, fakat bu olursa olur, olmazsa da olmaz diye baktığımızı" anlatmıştım. Üç ay önce bu konu az önce belirttiğim gibi, AB açısından tamamlanmış bir olaydı. Yani o kadar tamamlanmıştı ki, yani mesala F. Almanya'nın resmi politika belgesinde şöyle denmekteydi: Bu AB'nin genişleme sürecine bakıldığında, önce anlatılıyor. Görüşmelerin bu altı ülke ile nasıl başlatılacağı, diğerlerinin aday konumunda olduğunu anlatıyor. Sıra Türkiye'ye geldiğinde şu ifade kullanılıyor : "AB politikalarımız aynı zamanda yaygın, kapsayıcı Avrupa güvenlik mimarisini gerçekleştirmeye dönüktür. Bu süreç içinde, AB -tercüme ettiğim için, tam da tercüme etmek istediğim için cümle kuruluşu bakımından doğru olmayacak ama tam tercüme etmek istiyorum- diyalogunu, işbirliğini ve ortaklığını şu ülkelerle ve şu komşularla güçlendirmelidir. Rusya ile, Ukrayna ile, Türkiye ile ve Akdeniz bölgesindeki diğer ülkelerle." Yani biz görevi devraldığımızda Türkiye'nin AB tarafından algılanışı bu idi. Yani uzakta, esas olayın dışında, Akdeniz'deki diğer ülkeler gibi, Ukrayna gibi, Rusya gibi, bazı komşular gibi bir Türkiye. Taa 63'ten, 64'ten beri anlaşmalar imzalamış, Gümrük Birliğine girmiş, bunca yıl bu konuda birçok gelişmeler yapmış, adaylık iddiası olan, adaylığını ortaya koymuş bir Türkiye değil. Tabir mazur görülürse işte "dış kapının dış mandalı" falan derler, öyle bir Türkiye. Şimdi biz AB konusunda hükümetimiz ve Bakanlığımız ciddi bir politika izledik. Hiç kimseye böyle gidip de "Aman ne olur bizi alın. Almazsanız şunu yaparız, bunu yaparız" gibi bir yaklaşım değil. Fakat Türkiye'nin haklılığını, Türkiye'nin konumunu ve Türkiye'ye haksızlık yapıldığını, bizim de bu haksızlığın bilincinde olduğumuzu ve o haksızlığın elbette ilişkilerimize olumsuz yansıyabileceğini, bundan sakınmamız gerektiğini ciddi şekilde anlattık. Çok da uğraştık bu konuda.

Peki ne oldu? Bugün neredeyiz? Onu da çok net, objektif olarak söyleyeyim. Şimdi bu girişimlerden sonra AB Türkiye konusunda yeni bir değerlendirme yapıyor. Bu değerlendirmede bazı ülkeler, benim "iyi, güzel, doğru" diyebileceğim az sayıda ülke bir noktada gözüküyor. Yani az sayıda ülke benim de kabul edebileceğim bir noktada gözüküyor. Birçok ülke belki benim kabul etmeyeceğim, etmeyeceğim dediğim, "hayır, bu olmaz" şeklinde değil de, içime sindiremeyeceğim diye söyleyeyim, ama gene de Türkiye açısından bir gelişme sayılabilecek, bir öneri hazırlığı içinde gözüküyor. Bu olacak mı, olmayacak mı? Onu bilemem. Fakat böyle bir gelişme var. Böyle bir gelişmeyi ben New York'taki temaslarımda somut olarak konuştum ve gördüm. Örneğin bizim Türkiye konularında genellikle çok ihtiyatlı olan İngiltere'nin Türkiye'nin aday ülkeler arasında ve çıkış noktasında onlarla aynı çizgide olmasına dönük bir düşünce geliştirdiği izlenimini aldım. Böyle yapıyorlar diye başkasının adına konuşmam fakat böyle bir izlenim aldım.

Gene AB bağlamında, daha tabi bütün üye ülkeler Türkiye'ye karşı çok olumlu bakış açıları içindeler falan, öyle değil. Ben o görüşte değilim, ama bütün üye ülkelerde Türkiye'ye dönük bir gelişme, "birşey yapabilir miyiz, Türkiye bu söylediklerinde haklı, biz bir çözüm arayabilir miyiz?" gibi bir hassasiyetin başlamış olduğu, bu bir vakıa.

Tek tek bütün konulara girmek istemiyorum, ancak Balkanları söyledim. Ortadoğu ile bu üç aydan daha fazla ilişkimiz olacak. Türk Cumhuriyetleriyle bazı çalışmalar başlatmak ümidindeyim. Hatta Türk Cumhuriyetleriyle biraz daha üst düzeyde teması organize etmek düşüncesindeyiz. Bunları zaman içinde gerçekleştireceğiz ve üç aylık sürede yapılandan elbette daha fazlasını önümüzdeki dönemde gerçekleştireceğiz.

Ben şimdi kısaca yöntem meselesine değinmek istiyorum. Sanırım Bizim Bakanlığımızın ve bu üç ayın gözükmeyen belki fakat önemli gelişmesi şu oldu : Biz Türkiye'nin dış sorunlarını, dış ilişkilerini bir koordinasyon içinde, danışarak, Bakanlığımızın dışından düşünce girdisi sağlayarak çalıştık. Küçük bir ölçüde bunu yaptık. İleride daha fazlasını yapacağız ve bunu yaparken de hem hükümet düzeyinde, hem de bizim dışımızdaki başka sivil toplum örgütleri düzeyinde devamlı bir danışma sürecine girdik. Mesela bir AB konusunu ben sendikalarla konuştum, işveren sendikalarıyla konuştum, esnaf birliğiyle konuştum, AB konusundaki başka sivil toplum örgütleriyle konuştum. Bu yeterli mi? Bence yeterli değil ama bir başlangıç olarak bunu yaptık ve buna devam edeceğiz. Siyasetin katkısını, siyasi katkıyı, katılımı Dışişlerine henüz yeterince alabilmiş değiliz. Onun mekanizmalarını da oluşturacağız. Ben Meclis'teki bütün milletvekillerinin, Meclis'teki siyasi partilerin dış politikayı sadece kendi dışlarında meydana gelen, gazetelerden öğrendikleri ve eleştirdikleri bir olay olmaktan çıkarmak amacındayım, onun yerine oluşumuna katkıda bulundukları ve belli bir düzeyde sorumluluğunu paylaştıkları bir olaya dönüştürmek istiyorum.

Ayrıca, bu bağlamda, akademik çevrelerin katılımı. Daha henüz o konuda birşey yapamadık. Vakit olmadı açıkçası. Dünyanın gelişmiş dış politika uygulamalarında bu çok önemli. Dış politika oluşurken ilgili üniversite çevrelerinin mutlaka o dış politikaya bir katkısı, katılımı oluyor. Bunu yeterince organize edebilmiş değiliz. Bunu da mutlaka yapacağız.

Basınımız tabii çok önemli. Çünkü basın bizim Bakanlığımızla halkın, toplumun arasında bir köprü görevi taşıyor bir defa. İkincisi, hani demin söylediğim, siyaset çevresi, üniversite bilim dünyasından almak istediğimizi, basın dünyası bize sürekli veriyor. Yani basın dünyası bize sadece haberleriyle değil, sadece yorumlarıyla değil ama bir bütün olarak, ben mesela her sabah bütün gazetelerde çıkan bütün dış haberleri, bütün dış yorumları okuyorum ve o bana bir takviye oluyor, bir bilgi akışı oluyor, birikim akışı oluyor. Şu anda öngördüğüm katkılardan tek tatmin edici düzeyde olanı.

Daha etkin bir Dışişleri Bakanlığı nasıl yapabiliriz, nasıl olabilir? Bu konuda çalışmamız var. Zannediyorum, önceden açıkladığımız ilkeler doğrultusunda Dışişleri Bakanlığımızın ekonomi diplomasisine ve kültür diplomasisine dönük, daha üretken olmasını sağlaması açısından, kendi organizasyon düzenimizde bazı yenileşmeler yapacağız. Bunun hazırlıkları devam ediyor ve bu arada ileriye dönük bir-iki çalışma. Birisi daha yakın gelecek, öbürü orta vade. Şimdi önümüzdeki yıl Türkiye'mizin çok önemli bir yıldönümünü kutlayacağız. Türkiye'nin, Cumhuriyetimizin 75. yıldönümü. Bu 75. yıldönümünde ve hemen onun arkasından gelen 700. yıl, bizim Osmanlı tarihimizin 700. yılı ve o 700 yılı taçlandıran, belki en ileri düzeyde sonuçlandıran Cumhuriyet ihtilali ve Cumhuriyetimizin 75. yıldönümü. Önümüzdeki yıl için birçok ülkenin çok geniş bir ülke katılımının bilim adamlarıyla bir araya geleceği ve Türkiye modelini tartışacağı bir bilimsel çalışma düşünüyoruz. Yani bu bilimsel çalışmada Türkiye modeli tartışılacak, Türkiye'nin Cumhuriyet modeli. Türkiye modelinin bütün dünya için, özellikle de bizim gibi İslam geleneğine sahip ülkeler açısından olağanüstü önemini, belki biz yeterince Türkiye olarak çok da değerlendiremedik ama, bunu böyle uluslararası bilimsel bir toplantıda çok daha iyi değerlendirip dünyaya yeniden sunabilmemizi mümkün kılacak bir bilimsel çalışma.

1999, gerçi ona vakit olduğu için üzerinde çok fazla düşünülmüş değil ama, 1999'da bizim tarihimizin belli bir kesitinin başlangıcının 700. yılı. Burada şöyle bir düşünce var. Daha çok düşünce düzeyinde ama vakit de var önümüzde. Tabii hiçbir ülkenin tarihi baştan sona bembeyaz sayfalardan oluşmaz. Elbette bizim de çok uzun tarihimizde doğru olmayan bazı olaylar da mevcuttur. Fakat bizim tarihimiz hakikaten bütünlüğü itibariyle dünyaya hoşgörü tarihi diye geçebilmiş, hoşgörünün tarihi diye kabul edilebilmiş bir dönemdir ve bu tarihimizi çok sayıda devletle, ulusla birlikte paylaştık ve yaşadık. İyi günümüz oldu, kötü günümüz oldu. Ancak şu anda dünya coğrafyasına baktığımızda biz tarihimizi Balkanlar'daki çok sayıda devletle, Kuzey Afrika'ya gidebiliriz, Ortadoğu, hatta Karadeniz'in kuzeyi, Kafkaslar, çok büyük coğrafyada yer alan ve bugün her biri devlet olan, aşağı yukarı her biri, geniş bir toplulukla biz bu tarihi paylaştık ve birlikte yaşadık. Bu çerçeveden hareketle gene tamamen bilimsel düzeyde olaya bakarak ve bilim adamlarını biraraya getirerek ve özellikle de bu coğrafyayı, bu tarihi bizimle birlikte paylaşmış, yaratmış ve yaşamış olan ülkelerin, toplumların bilim adamlarıyla 700 yıllık bir tarihin belli yönlerinin irdelenmesi, incelenmesi olarak bunu düşünmekteyiz. Bu konuda daha önümüzde vakit var ama bunu da geliştirmeyi öngörmekteyiz.

Şimdi efendim suallere geçmeden, ben elbette bir üç ayı objektif değerlendirebilme mevkiinde değilim. Yani çok tarafım burada. Ancak bana göre gerçekten ve tabii ki öncelikle arkadaşlarımızın, Bakanlıktaki arkadaşlarımızın emeğiyle, birikimiyle, herkesin iyi niyetli çalışmasıyla üç ayda aldığımız mesafe önemli mesafedir. Türkiye'nin güvenliği, Türkiye'nin menfaati, demin belirttiğim gibi, halkımızın ekmeği, çocuklarımızın geleceği yolunda biz mesafe aldık ve umuyorum, hatta inanıyorum, bundan sonra bu mesafeyi daha da hızla alacağız, daha ileri noktalara Türkiye'mizin Dışişlerini ulaştıracağız. Ben kendi payıma gerçekten faydalı, verimli ve de keyifli bir çalışma döneminin içindeyim. Umuyorum bundan sonra daha iyisiyle biz gene burada olacağız, gene basınımızın karşısında olacağız.

Teşekkür ederim.