Mustafa Kemal ATATÜRK ve Dış Politika

Dış siyasetimizde başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu, savunuyoruz ve savunacağız. ( 1921 )

Mustafa Kemal ATATÜRK ve Dış Politika

15 Mart 2011 Salı

Dış politika Sözleri

"YURTTA SULH, CİHANDA SULH" için çalışıyoruz. ( 1931 )



Milletler arası anlaşmazlıklar, ancak iyi niyetle ve genel çıkarlar adına karşılıklı fedakârlık yolu ile halledilebilir.



Bayrak, bir milletin bağımsızlık alâmetidir. Düşmanın da olsa hürmet etmek lâzımdır.

Milletimiz, insancıl, çağdaş gayelere değer verir ve teknolojik, endüstriyel ve ekonomik durum ve ihtiyacımızı takdir eder. Bunun için devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak kaydıyla... milliyet esaslarına uymakta olan ve memleketimize karşı saldırgan emel beslemeyen herhangi devletin teknolojik, ekonomik, endüstriyel yardımını memnuniyetle karşılarız... ( 1919 )

Dış siyasetimizde başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu, savunuyoruz ve savunacağız. ( 1921 )

Büyük hayaller peşinde koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. Efendiler; büyük ve hayali şeyleri yapmaktan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, kinini bu memleketin ve bu milletin üzerine çektik. Biz Panislamizm yapmakdık. Belki "yapıyoruz, yapacağız" dedik. Düşmanlar da "yaptırmamak için bir an önce öldürelim!" dediler. Panturanizm yapmadık! "Yaparız, yapıyoruz dedik, yapacağız dedik" ve yine "öldürelim" dediler! Bütün dava bundan ibarettir. Efendiler; bütün dünyaya korku ve telaş veren kavram bundan ibarettir. Biz böyle yapmadığımız ve yapamadığımız kavramlar peşinde koşarak düşmanlarımızın adedini ve üzerimize olan baskılarını arttırmaktansa tabii halimize, asıl durumumuza geçerli olan durumumuza dönelim. Kendimizi bilelim. Bu nedenle efendiler, biz hayat ve bağımsızlık isteyen milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı feda ederiz. ( 1921 )

Milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin çıkarları gerektirdiği takdirde, insanlığı meydana getiren milletlerden her biriyle medeniyet gereklerinden olan dostluk ve siyaset ilişkilerini büyük bir dikkatle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de, bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım. ( 1921 )

Askerî hareket, siyasî faaliyetin ümitsiz olduğu noktada başlar. Ümidin güven verici bir şekilde geri gelmesi orduların hareketinden daha hızlı, hedeflere varışı temin edilebilir. ( 1922 )

Dış siyaset bir toplumun iç bünyesi ile sıkı şekilde ilgilidir. Çünkü iç bünyeye dayanmayan dış siyasetler daima mahkûm kalırlar. Bir toplumun iç bünyesi ne kadar kuvvetli, metin olursa, dış siyaseti de o oranda sağlam ve dayanıklı olur. ( 1923 )

Dış siyaset, iç kuruluş ve iç siyasete dayandırılmak zorundadır, yani iç teşkilatın dayanamayacağı genişlikte olmamalıdır. Yoksa hayalî dış siyasetler peşinde dolaşanlar, dayanak noktalarını kendiliğinden kaybederler. ( 1923 )

Arzumuz dışarda bağımsızlık, içerde kayıtsız ve şartsız milli egemenliği korumaktan ibarettir. ( 1923 )

( Hatay davası ) Kırk asırlık Türk Yurdu düşman elinde kalamaz. ( 1923 )

Dış siyasette kuvvetli olabilmek için kuvvetli bir iç siyaset lâzımdır... Ancak bir siyaset, bir devlet ve millet siyaseti olmadıkça yaşayamaz. İnsanların hayatı kısadır...

Takip olunması akla uygun olan siyaset milletin doğal kabiliyet ve ihtiyacına uygun olanıdır. Bizim için ne İslam birliği ve ne de Turanizm mantıkî bir siyasi prensip olamaz inancındayım.

Artık Türkiye'nin devlet siyaseti milli sınırları içinde egemenliğine dayalı bağımsız yaşamaktır. Bugünkü milli hükümetimizin hareket kuralı budur. ( 1923 )

Bizim intikamımız, zalimlerin zulmüne karşıdır. Onlarda zulüm hissi yaşadıkça bizde de intikam hissi devam edecektir. ( 1923 )

Ben siyasi meseleleri de askeri vaziyetler gibi harita üzerinde mütalâa ederim ( 1924)

Son yılların hep harice âlet olan muharebelerini ispat etti ki Balkanların yekdireğiyle çarpışmaları kadar mânasız ve acınacak az macera bulunur.

Bu kardeş muharebelerinde ve milletler kendi aralarında boş yere yıpranmışlardır ve bir çaresi bulunmazsa bu kardeş boğuşmaları daha devam edebilir.Yetmedi mi, devam etsin? ( 1924 )

Türk ulusu, iki köklü nitelikle uluslararası ilişkilerde kendini göstermektedir. Bunlardan biri ulusumuzun kendini savunmak için sarsılmaz bir azim sahibi olarak saygı duyulmaya değer bir güçte olması, diğeri, ulusumuzun dostluklarına ve antlaşmalarına, durum ne olursa olsun, değişmez bir bağlılıkla uyacağına inanılmasıdır. Türk vatanı, ulusun bu yüksek niteliklerinin güvenine dayanarak ilerlemektedir. ( 1925 )

Biz, uluslararası ilişkilerde karşılıklı güven ve saygıyı amaçlayan açık ve samimi politikanın en ateşli taraftarıyız. Hassasiyetimiz, bu alanda ortaya çıkan durum ve yükümlülüklere karşı, bunların bizim için de geçerli ve gerçek bir güven sağlayıp sağlamayacağı noktasındadır. ( 1926 )

Dış siyasetimizde dürüstlük, ülkemizin güvenliğine ve gelişmesinin korunmasına dikkat etmek prensibi hareketimize klavuz olmaktadır. Köklü yenileşme ve gelişmeler içinde bulunan bir ülkenin hem kendisinde, hem koşullarında barış ve huzuru ciddi olarak arzu etmesinden daha kolay açıklanabilecek bir durum olamaz. Bu samimi arzudan esinlenen dış siyasetimizde ülkenin korunmasını, güvenliğini, vatandaşlarının haklarını herhangi bir saldırıya karşı bizzat savunacağı güç de özellikle önem verdiğimiz noktadır. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerimizi bu ülkede barış ve güvenliği koruyacak bir bir güçte bulundurmaya bunun için çok önem veriyoruz. ( 1928 )

Dış işlerinde dürüst ve açık olan siyasetimiz bilhassa barış fikrine dayalıdır. Uluslararası herhangi bir meselemizi barışçı yollarla çözümlemeyi aramak bizim çıkar ve anlayışımıza uyan bir yoldur. Bu yol dışında bir teklif karşısında kalmamak içindir ki, güvenlik prensibine onun vasıtalarına çok önem veriyoruz. Uluslararası barış havasının korunması için Türkiye Cumhuriyeti yapabileceği herhangi bir hizmetten geri kalmayacaktır. ( 1929 )

Komşuları ile ve bütün devletlerle iyi geçinmek Türkiye siyasetinin esasıdır. ( 1930 )

Barış prensibi insanlığın ilerlemesiyle paralel olarak kuvvetlenmektedir. Harpten büyük zararlar görmüş milletlerin bu prensibe daha büyük bir sadakat ve samimiyetle bağlı olacakları doğaldır... Bu prensibin bütün devletlerce temel siyaset sayılmasıyladır ki, medeniyet için ve milletlerin mutluluk ve refahı için en gerekli olan barış yerleşmiş olur. ( 1930 )

Türkiye'nin güvenliğini gaye tutan, hiçbir milletin aleyhinde olmayan bir barış istikameti bizim daima prensibimiz olacaktır. ( 1931 )

Avrupa devlet adamları, başlıca anlaşmazlık konusu olan mühim siyasi meseleleri, her türlü milli egoizmlerden uzak ve yalnız umumun yararına olarak, son bir gayret ve tam bir iyi niyetle ele almazlarsa, korkarım ki felâketin önü alınmayacaktır. Zira, Avrupa meselesi İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlıklar meselesi olmaktan artık çıkmıştır. Bugün Avrupa'nın doğusunda bütün medeniyeti ve hattâ, bütün insanlığı tehdid eden yeni bir kuvvet belirmiştir. Bütün maddi ve manevi imkânlarını, topyekûn bir şekilde, dünya ihtilâli gayesi uğruna sefeber eden bu korkunç kuvvet üstelik Avrupalılar ve Amerikalılarca henüz malûm olmayan yepyeni siyasi metodlar uygulanmakta ve rakiplerinin en küçük hatalarından bile mükemmel istifade etmesini bilmektedir. Avrupa'da vukubulacak bir harbin başlıca galibi ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya'dır. Sadece Bolşevizm'dir. Rusya'nın yakın komşusu ve bu memleketle en çok harbetmiş bir millet olarak, biz Türkler, orada cereyan eden hâdiseleri yakından takip ediyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan Doğu milletlerinin zihniyetlerini mükemmelen istismar eden, onların milli ihtiraslarını okşayan ve kinleri tahrik etmesini bilen Bolşevikler, yalnız Avrupa'yı değil, Asya'yı da tehdid eden başlıca kuvvet halini almışlardır. (1932 )

İtalya, Mussoli'nin idaresi altında şüphesiz büyük bir kalkınmaya ve gelişmeye erişmiştir. Eğer Mussolini, gelecekteki bir harbe İtalya'nın görünürdeki heybet ve azametini, harb haricinde kalmak suretiyle, gerektiği şekilde istismar edebilirse, barış masasında başlıca rollerden birini oynayabilir. Fakat korkarım ki, italya'nın bugünkü şefi, Sezar rolünü oynamak hevesinden kendisini kurtaramayacak ve İtalya'nın askeri bir kuvvet yaratmaktan henüz çok uzak olduğunu derhal gösterecektir. ( 1932 )

Bence, dün olduğu gibi yarın da Avrupa'nın mukadderatı Almanya'nın alacağı vaziyete bağlı bulunacaktır. Fevkalâde bir dinamizme sahip olan bu yetmiş milyonluk çalışkan ve disiplinli millet, üstelik milli ihtiraslarını kamçılayabilecek siyasi bir cereyana kendisini kaptırdı mı, ergeç Versay Antlaşması'nın tasfiyesine girişecektir. (1932 )

Bizim düşüncemize göre uluslararası siyasi güven ortamının gelişimi için, ilk ve en önemli şart milletlerin hiç olmazsa barışı koruma fikrinde, samimi olarak birleşmesidir. ( 1932 )

Dış siyasetimiz, başlangıçta kendisine çizdiği hareket şeklinden asla sapmamıştır. Dış siyasetimizin daima milletlerin refahına sebep olan barış içinde, memleketin gelişmesini amaç edinmiştir. Bu gelişmeyi, tam ve mutlak olarak, bütün milletlere de dileriz. ( 1933 )

Türkiye Cumhuriyeti'nin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta barış, dünyada barış gayesi, insaniyetin refah ve ilerlemesinde en esaslı etken olsa gerektir. Buna elimizden geldiği kadar hizmet etmiş ve etmekte bulunmuş olmak bizim için övünülecek bir harekettir. ( 1933 )

Milletimizin, savunma vasıta ve kuvvetlerine özel önem vermesi gerektiğini söylemek vazifemdir. Bizim içinde bulunduğumuz yakın çevrede barış idealinin memnuniyet verici ilerlemeler kaydetmiş olmasından teselli duyabiliriz. Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası barışı ve onun önemini kuvvetlendirmek için, kendi etki ve gücünün olduğu sahada aynı arzuda olanlarla beraber, hayırlı faaliyetlerde bulunmuştur. (1933)

Eğer harp bir bombanın patlaması gibi, birdenbire çıkarsa, milletler harbe mani olmak için silahlı mukavemetlerini ve mali güçlerini, saldırgana karşı birleştirmekte kararsızlık göstermemelidir. En süratli ve en etkili tedbir; muhtemel bir saldırgana , taarruzunun yanına kâr kalmayacağını açıkça anlatacak, milletlerarası teşkilatın kurulmasıdır. ( 1935 )

Eğer devamlı barış isteniyorsa kitlelerin durumları iyileştirecek uluslararası tedbirler alınmalıdır. Tüm insanlığın refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir. ( 1935 )

Coğrafi durumları ne olursa olsun, milletler birbirine bir çok bağlarla bağlıdırlar. ( Dünyada milletler bir apartmanın sakinleri gibi kabul edilir. ) Eğer apartman, sakinlerinden bazıları tarafından ateşe verilirse, diğerlerinin yangının etkisinden kurtarılmasına imkan yoktur. ( 1935 )

Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakikî sahibi öz Türk olan "İskenderun - Antakya" ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde, ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatını bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabiî görürler. ( 1936 )

( Fransız Büyük Elçisi'ne sohbet esnasında söylenmiştir: ) Ben toprak büyütme dileklisi değilim; barış bozma alışkanlığım yoktur; ancak antlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu almasam, edemem. Büyük Meclis'in kürsüsünden milletime söz verdim: Hatay'ı alacağım... Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem onun huzuruna çıkamam, yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilmem; yenilirsem bir dakika yaşayamam. Bunu bilerek ve sözümü mutlaka yerine getireceğimi düşünerek benim dostluğumu lûtfen bildiriniz ve doğrulayınız, Ekselâns Ambasadör... ( 1937 )

Bu benim şahsî meselemdir. Durumu Büyük Elçi'ye daha başlangıçta açıkça ifade ettim. Dünyanın bu durumunda, böyle bir meselenin Türkiye ile Fransa arasında silahlı bir anlaşmazlığa sürüklenmesi kesinlikle mümkün değildir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım ve kararımı vermiş bulunuyorum. Şayet ufukta, bu yolda binde bir ihtimal bile belirirse, Türkiye Cumhurreisliği'nden ve hattâ Büyük Millet Meclisi âzalığından çekileceğim ve bir fert olarak bana katılacak birkaç arkadaşla beraber Hatay'a gireceğim. Oradakilerle elele verip mücadeleye devam edeceğim. ( 1937 )

Yarın sabah bir tümen asker yollasam, Hatay'ı alabilirim. Renani için harekete geçmeyen Fransızlar için bir Suriye sancağı için bizimle harbe girmezler. Bunu da bilirim. Fakat ya bu sefer şeref ve namus meselesi yaparlarsa? Milletler belli olur mu? Ben bir sancak için Türkiye'yi harb tehlikesine sokmam. ( 1937 )

Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti aldatılır bir varlık değildir. Onu, aldatabilirim düşüncesinde bulunanların, işte asıl onların kendileri için telâfisi çok güç olacak derecede aldanmış olduklarına ve olacaklarına şüphe edilmemelidir. ( 1937 )

Barış yolunda nereden bir çağrı geliyorsa, Türkiye onu, gönülden karşıladı ve yardımlarını esirgemedi. ( 1937 )

Dünyada şimdiye kadar, başka başka milletlerin birlik yaptıkları ve asrılarca beraber yaşadıkları , tarihte görülmüştür. Bizim kurmak istediğimiz birliğin tarihte geçmiş olan birliklerin çok üstünde olmasını isteriz.

Tarihi bu kadar yüksek bir idealin esas temel taşı, yalnız geçici politika esaslarında kalmaz. Bunun esas temel taşları lâzımdır ki, kültür ve ekonomi cevheriyle dolu olsun. Çünkü kültür ve ekonomi her türlü siyasete yön veren esaslardır. ( 1937 ) - ( Balkan Antantı hakkında )

Milletleri antlaşmalardan ziyade hisler bağlar. ( 20 Mart 1937, Ulus Gazetesi )

Barış milletleri refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram, bir defa ele geçirilince devamlı bir özen ve dikkatli her milletin ayrı ayrı hazırlığını gerektirir. ( 1938 )

Çok zaman geçmeden Avrupa'da bir fırtına kopacak, bu müthiş kasırga dünyanın her tarafına yayılacak ve insanlık umumî bir harb felâketinin bütün kötülükleri ile bir kere daha karşılaşacak! Bu kanlı, tehlikeli durumda tarafsız kalmak, harbe katılmamak ve devlet gemisini bu fırtına ortasında hiçbir âniaya çarptırmadan yöneterek harb dışında ve barış içinde yaşamaya çabalamak bizim için hayatî ehemmiyeti hâizdir. ( 1938 )

14 Mart 2011 Pazartesi

Emekli Büyükelçi İnal Batu

 
inal batu, elçiye zeval olmaz programında, emperyalizmin kktc'ye uyguladığı ambargo, kardak krizi ve italyanın terörist başı yüzsüzlüğü konusundaki anılarını anlatıyor.

DIŞİŞLERİ BAKANI SAYIN İSMAİL CEM'İN BASIN TOPLANTISI (8 EKİM 1997)

DIŞİŞLERİ BAKANI SAYIN İSMAİL CEM'İN BASIN TOPLANTISI (8 EKİM 1997)

Efendim önce hepinize hoşgeldiniz demek istiyorum.

Bu basın toplantımızın amacı üç aylık süremizin bir değerlendirmesini yapmak. Burada bütün konulara değinmek imkanım yok tabii. Yani değinmediğim konular daha az önemli demek değil. Onları sual-cevapta da açabiliriz. Her konuya değil, bazı konulara değineceğim. Geçen defaki gibi bir yazılı metin veremiyorum. Sadece konuşmanın ilkelere ilişkin bir bölümüyle Yunanistan politikalarına ilişkin bölümünün notlarını toplantı sonucunda vereceğim ki, bunlar sadece iki bölüm. Bütününün notu olamayacak ve bir de bu değerlendirmeyle beraber geleceğe dönük bazı çalışmalarımız hakkında bilgi sunacağım.

Bu toplantı benim açımdan ve Bakanlığımız açısından bir başka şekilde önemli. Çünkü üç aydır birlikte görev yaptığım üst yönetimdeki arkadaşlarımızdan bazıları merkezdeki görev sürelerini doldurarak yeni görevlerine gidecekler. Ben bu arkadaşlarımıza sizin huzurunuzda teşekkür etmek istiyorum. Müsteşarımız Sayın Onur Öymen, Müsteşar Yardımcılarımız Sayın Ali Tuygan, Sayın Temel İskit, Sayın İnal Batu. Gerçi Sayın Batu biraz daha bizimle olacak merkezde. Kendisinden rica ettik, Kıbrıs konusunun, Türk-Yunan ilişkilerinin bu kadar ön planda olduğu bir dönemde, yılbaşına kadar bizimle beraber olabilecek. Hatta yılbaşından az sonrasında da. Ricamızı kabul etti ve Roma'da Büyükelçi olarak fiilen göreve başlamasını bir-iki ay geciktirerek bize merkezde yardımcı olacak. Sayın Altan Güven ve hepinizin çok iyi tanıdığı Sayın Ömer Akbel, yeni görevlerine başlamak üzere aramızdan, yani sadece merkezden, Ankara'dan ayrılacaklar. Kendilerine ben Sayın Öymen başta olmak üzere içten teşekkür borçluyum. Kendileri gibi birçok arkadaşımız gidecek. Ben sadece Müsteşar Yardımcılarımızın ismini verdim. Benim Bakanlıktaki en zor dönemimde, yani ilk aylarımda çok büyük katkıları oldu, hem Bakanlığımıza, hem şahsen bana. Bunun için kendilerine teşekkür ediyorum.

Şimdi efendim, bu üç ayın değerlendirmesini yaparken, ben biraz şöyle bakmaktayım : Dışişleri Bakanlığımızın çalışmaları, dünya ile ilişkilerimiz, bu üç ay, Türkiye'nin saygınlığını arttırmanın, Türkiye'nin menfaatini daha iyi korumanın, Türkiye'nin imajını yükseltmenin, özetle, eksileri artıya dönüştürmenin ilk mütevazi adımları olarak bu üç ayı değerlendirmekteyim ve bu üç aya biz belli ilkeleri açıklayarak, belli anlayışları açıklayarak başladık. Türkiye'nin küresel ilişkileri bulunan bir dünya devleti olabilme özelliğinin bilinciyle politikalar oluşturduk. Çelişkileri besleyen değil, çözümleyen bir anlayışla Türkiye'nin dış sorunlarına eğildik ve itimat telkin eden, tercihlerinde süreklilik taşıyan, verdiği sözleri tutan bir Türkiye anlayışımızı bu ilk üç ayın çalışmalarına yansıttık.

Ben bütün dış temaslarımda, bütün çalışmalarımda, özellikle de dış temaslarımda, Cumhuriyeti gerçekleştirmiş, Cumhuriyet ihtilalinin sahibi olmuş bir ülkenin temsilcisi olduğumu, 700 yıllık bir tarihi birikimin temsilcisi olduğumu, bütün dış temaslarında hem hissettim, yaşadım, hem de muhataplarıma hissettirdim.

Gene bu üç ayın değerlendirmesinde şu gözlemim oldu: Çağımızda bütün işlevler birbiriyle bağlantılı. Çok fazla bir iç-dış ayırımı olamıyor, çok net çizgilerle, ve bizim Bakanlığımız Türkiye'mizin dışarıdaki konumunu ne kadar güçlendirebilirse, ne ölçüde daha saygın kılabilrise aynen bu oranda Türkiye'nin iç ilişkilerine, iç sorunlarına da bir katkısı olduğunu farkettim. Bizim çok basit gözüken, çok sıradan gözüken bir dış ilişkimiz, bir dış çalışmamız sonuç olarak Türkiye'de bazı sorunların daha kolay aşılmasına bir katkı oluyor ve ekonomik gelişmemize bir nebze bir ivme kazandırıyor.

Sonra gene bu üç ayda getirmeye çalıştığımız anlayış, Türkiye'nin dış ilişkilerinin sınırlı aydın kesimin ilgi alanındaki soyut bir olay olmadığıdır. Dışişleri toplumun bütün kaygılarını, bütün umutlarını doğrudan ve yakından etkilemektedir. Dışişleri Bakanlığımızın konusu ve amacı, aynı zamanda halkımızın ekmeğidir, çocuklarımızın geleceğidir.

Gene ilk basın toplantımızda getirdiğimiz ilkelerle bağlantılı olarak şunu yaşadık ve gördük : Türkiye'miz 2000'li yıllarda dünyanın enerji kavşağı olmanın adayıdır. Kimliğimizin, tarihimizin ve coğrafyamızın bize sunduğu bu imkanı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışmaktayız ve bu ayrıcalığımızı ilgili öteki devletlerle ilişkilerde ayrıştıran değil, bütünleyen bir etken olarak kullanmaya çalışmaktayız.

Ve şunu da belirtmek istiyorum : Bugün bir S-300 füzeleri çirkinliğini dünya artık farketmekte ve kınamaktaysa, -bu sabah haberlerde izledim, Avrupa Komisyonunun Dış İlişkiler Sorumlusu da bu S-300'lere değinmiş- Ege konusundaki tezlerimiz nihayet kabul görmekteyse, AB daha üç ay önce kapatıp rafa kaldırdığı Türkiye defterini yeniden açmaktaysa, ülkemizin hakkı uluslararası platformlarda daha iyi savunulmakta ve ses getirmekteyse, Türkiye'nin görünümü haksız yakıştırmalardan bir ölçüde sıyrılmaktaysa, bunun kaynağında Dışişleri Bakanlığı çalışanlarının emeği, birikimi ve elbette, bütün olarak hükümetimizin girişimleri, çalışmaları yatmaktadır.

Şimdi çeşitli konularda gelişmeler oldu. Önce ben ekonomiden söz edeyim. Ekonomiyle başlayayım.

Bu üç ay içinde biz açıkladığımız ekonomiye ağırlık veren politikalarımızla Türkiye'nin ekonomik ilişkilerine dış siyasetin getirmesi icap eden siyasal altyapıyı getirmeye başladık. Daha doğrusu zaten getirilmekte olan bu siyasal altyapıya son üç ayın ivmesini kattık. Burada bazen yanlış anlamalara da yol açıyoruz toplumumuzda. Biz hiçbir zaman ekonomik konularla doğrudan ilgili olarak Bakanlıkların görevini üstlenmek, onların alanıyla ilgilenmek durumunda değiliz. Bizim yaptığımız bütün ekonomik gelişmelerin üzerine bina edildiği siyasi altyapıyı oluşturmak, dış siyasetin bu altyapıya katkılarını getirmek. Onu ötesi bizim işimiz değil. Fakat o siyasi altyapı konusunda da bir-iki örnek vermek istiyorum. Bir defa boru hatları konusunda bizim Bakanlığımızın çalışmalarının belli bir katkısı olmuştur. Üç ay önce konuşmuştuk, o konuşmamızdan sonra bizim hem Gürcistan'la hem Azerbaycan'la temaslarımız, ilişkilerimiz, çalışmalarımız -ben her iki ülkeye de gittim şahsen, benim de temaslarım oldu- bugün üç ay öncesine kıyasla petrol boru hatları konusu Türkiye'nin daha lehine bir noktada gözüküyor. Bunda bizim Bakanlığımızın önemli bir katkısı olmuştur. O dediğim siyasi altyapının oluşumuna biz kendi çabamızı, kendi emeğimizi, kendi bilgimizi ekleyebildik.

Sonra Balkanlar. Gene konuşmuştuk. Balkanlarda ekonomik işbirliği modelleri. Ne yapabiliriz? Mevcut modeller içinde nasıl geliştirebiliriz. Burada belli mesafeler alınmakta. Son olarak New York'ta Bulgaristan ve Romanya Dışişleri Bakanlarıyla, Müsteşarlarımızın da katıldığı bir özel toplantı yaptık. Üçlü bir toplantı yaptık ve burada üç ülkenin önce sınır kapılarının elektronik cihazlarla donatılması -ki bu çok önemli. Hem kaçakçılığın önlenmesinde, hem bazı uyuşturcu maddelerin bizlerin ülkelerini kullanarak batıya ulaşmasını engellemek bakımından çok önemli- konusunda bir müşterek hareket planı hazırladık ve uygulamaya koymaktayız. Gene o toplantıda bizim açımızdan çok önemli olan, Doğu-Batı Koridoru tabir edilen bir otoyol projesi var. Bu projeyle Türkiye'miz Batı Avrupa'ya bağlanacak ve ayrıca Romanya'da bu otoyolla bağlantılı olacak. Mesela böyle bir projenin de çalışmalarını birlikte başlatmaktayız.

Çin'den çok söz etmiştim. Zannediyorum Ocak ayı içinde Çin'e gideceğim. Çin'de Türkiye'nin ekonomik ilişkilerini geliştirmek yönünde şimdiden başladığımız hazırlıkları bir adım daha ileriye götürebileceğim.

Gene Balkanlar bağlamında söylemeyi unuttum, bu ayın sonlarında Makedonya'ya gideceğim. Muhtemelen gene bu ayın sonunda -daha henüz kesinleşmedi- Arnavutluk'a gideceğim ve daha sonra da diğer Balkan ülkelerine tek tek giderek Türkiye'mizin ilişkilerini, hem siyasi hem ekonomik ilişkilerini geliştirmeye çalışacağım.

Hep sözünü ettiğimiz, güvenlik, yani Dışişleri Bakanlığının temel işlevi olan güvenlik, ülke güvenliğine katkısı, ülke güvenliğinin korunmasına politikanın katkısı. Bu konularda da çalışmalarımız oldu.

Yunanistan'a ayrıca değineceğim. O da bizim bir komşumuz. Ona ayrıca değineceğim ama son üç ay içinde bizim güvenlik açısından, ekonomik gelişme açısından, ekonomik ilişki açısından sınır komşularımızla ne yapabiliriz, nasıl geliştirebiliriz? Bu bağlamda, Irak'la bir temasımız oldu. Sayın Müsteşar görüşmelerde bulundu. Hem de en üst düzeydeki muhataplarıyla görüşmelerde bulundu. BM kararları çerçevesinde elbette. Fakat Irak'la ekonomik ilişkilerimizi nasıl geliştirebileceğimiz konusunda bir ortak çalışma başlatıldı.

Gene komşularımızdan İran ile önemli bir adım attık. İyi niyetle biz bu adımı attık. İran tarafı da aynı şekilde bize olan ifadesinde aynen bizim gibi iyi niyetle hareket ettiklerini, iyi niyetle bir girişimde bulunduklarını belirttiler. Zannederim önümüzdeki ay karşılıklı olarak Büyükelçilerimiz göreve başlayacak ve burada benim ümidim, benim düşüncem, artık İran'la bizim onlardan şikayetimiz ne ise o, onların bizden şikayeti neyse o, bunları oturup, medeni bir şekilde konuşuruz ve medeni bir şekilde çözüm yoluna koruz. Karşılıklı olarak İran'ın Sayın Dışişleri Bakanıyla bu yaklaşımı sergiledik, bu yaklaşımı ortaya koyduk. Ümit ediyorum bu çok önemli tarihi komşumuzla, bundan sonra ilişkilerimiz gerçekçi bir şekilde, ihtiyatlı bir şekilde, fakat bir düzelme yoluna girebilir.

Suriye ile sorunlarımız devam ediyor. Orada bir gelişme olduğunu hiç değilse bugün için söyleme durumunda değilim.

Ortadoğu'daki anlaşmazlıklar bizi ciddi şekilde üzmekte ve Türkiye orada çok ilginç bir konumda. 1-2 kez dile getirdim. Mesela New York'ta İsrail Dışişleri Bakanı ile görüşmemde, -tabi Türkiye'nin kaygılarını hep anlattım, nelere dikkate ettiğimizi- şu izlenimi aldım. İsrail Türkiye'nin konumuna, bakış açısına, kişiliğine, gücüne, etkinliğine çok büyük bir önem veriyor ve saygı gösteriyor. Tesadüf aynı gün Filistin Dışişleri Bakanıyla görüştüm ve Filistin bize olağanüstü bir önem vermekte. Türkiye'ye bazı konularda müteşekkir, onu dile getirmekte ve Filistin Dışişleri Bakanı ile olan görüşmemde, -onu ben de hissettim, muhatabım da hissetti- duygu dolu bir görüşme oldu. Çünkü Filistin'in hakikaten çok büyük bir ezilmişliği var. Filistinlilerin uğradığı çok büyük haksızlıklar var ve orada o haksızlığın sonuçlarını, o haksızlığın yarattığı acıyı birlikte paylaştık ve Türkiye'nin çok önemli olan konumu burada ortaya çıkıyor. İsrail'le ilişkilerimiz gayet iyi, karşılıklı saygıya dayanan ilişkiler. Filistinlilerle gayet iyi ve buradan Türkiye'nin birçok konuda oynayabileceği olumlu rollerin, taşıyabileceği olumlu işlevlerin de işaretleri çıkıyor. Bunları bugüne kadar yaptık. Üç ay için konuşmuyorum, genel Türk dış politikası olarak umuyorum bundan sonra daha fazlasını da yapabileceğiz.

Kıbrıs konusunda Türkiye'nin tutumu, tavrı, yaklaşımı bellidir. Bunlar açıklanmıştır. Son olarak benim imzaladığım Ortaklık Konseyi Anlaşması ortadadır ve bu anlayışların, açıklamaların çerçevesinde Kıbrıs'ta Türkiye'nin şu aşamada daha çok ekonomik ağırlıklı girişimleri, destekleri devam etmektedir.

Gene Kıbrıs'da, Kıbrıs'ın meselesini anlatmakta zannediyorum belli ölçüde, çok küçük ölçüde, belli ölçüde demek bile yanlış, çok küçük bir ölçüde, biraz etkili olabildik. Yani hiç değilse bugün bir AB ülkesi AB üyeleri arasında ilk defa birisi, bana göre çok önemli olan birisi, İtalya, Kıbrıs'ta iki siyasi birimin, iki devletin, KKTC ve Kıbrıs Rum Cumhuriyeti'nin varlığını resmen kamuoyu önünde dile getirdi. Daha sonra da bu görüşünü teyit etti. Bizim basınımızda da bazı yanlış yorumlar oldu o konuda. Hatta bana özel olarak da teyit edildi ve Kıbrıs'ta bu S-300 konusunu -orada biraz kendi Bakanlığımıza pay çıkarıyorum- çok net, çok açık ve çok inandırıcı bir şekilde, bizim açımızdan itimat telkin eden bir şekilde dünyaya anlatmaya başladık. Hatta belli bir ölçüde de anlatabildik. Benim bütün dış temaslarımda, New York'ta bir hayli, çok yüksek sayıda Dışişleri Bakanıyla konuştum ve konuyla biraz ilgili olan, Ortadoğu ülkeleri, Akdeniz ülkeleri, BAB üyesi ülkeler ve Amerika. Bu ülkelerin Sayın Dışişleri Bakanlarıyla yaptığım bütün görüşmelerde özellikle S-300 konusunu işledim. Dış basınla olan temaslarımda gene S-300'leri işledim ve zannediyorum konuyu anlatabildim. Bu girişimin sadece Türkiye'nin güvenliği açısından değil, Doğu Akdeniz'in güvenliği açısından, hatta Ortadoğu'nun güvenliği açısından ne kadar önemli olduğunu, nasıl bir tahrikin ve yanlışın yapılmakta olduğunu, muhataplarıma anlattım ve zannediyorum muhataplarımı belli ölçüde ikna edebildim. Yani S-300'ler konusunu bizim Bakanlığımız gereğince dünya kamuoyuna, dünya Dışişlerine yansıtmıştır ve bunun sonuçlarını da belli ölçüde almıştır.

S-300'ler konusunda bir noktaya daha değinmek istiyorum. Şimdi, tabii dış siyasette daima olabilecek kötü senaryoyu dikkate almak ve ona göre hesap tutmak icap eder ve o çerçevede bizim Dışişleri Bakanlığı olarak düşüncemiz -hükümetin düşüncesine de katılıyoruz bu açıdan, ona da geleceğim- şudur : S-300 konusunda biz Dışişleri Bakanlığı olarak biz kendi görev alanımızda "bekleyelim, bakalım, belki bu S-300'ler gelmez, belki konuşlandırılmaz, onun için bekleyelim. Eğer yaparlarsa o zaman biz de politikalarımızı harekete geçirelim". Kesinlikle böyle bir yaklaşımda değiliz. Tam aksine, biz S-300'lerin Kıbrıs Rum Kesimi tarafından beyan edildiği üzere, oraya yerleştirileceğini hesaplayarak, hangi önlemi geliştireceksek, hangi politikayı geliştireceksek, şimdiden, bugünlerden başlayarak geliştiririz. Yani son dakikayı beklemeyeceğiz. "Belki de hiç gelmez, belki de onlar konuşlandırmadan önce biz anlaşırız" gibi bir düşüncede olmayacağız. Biz politikalarımızı şimdiden oluşturacağız ve zannediyorum olayın güvenlik boyutu, askeri boyutu da hükümetimiz tarafından bu çerçevede ele alınacak, bu şekilde yaklaşılacak ve "bekleyelim son dakikayı, bunlarda gelsin oraya konuşlandırılsın, ondan sonra da Türkiye öyle birşey yapar ki, ne yaparsa o zaman yapar" gibi bir yaklaşımda değil, tam aksine zamanı geldiğinde karşı önlemlerimizin alınmaya başlaması. Yani son günün beklenilmemesi. Bu da bizim çok paylaştığımız bir konudur.

Yunanistan meselesine kısmen gireceğim. Çünkü Yunanistan konusunda ayrıntılı denilebilecek bir not size sunulacak. Biraz da hassas konu olduğu için onu yazılı vermeyi tercih ettim. Kısaca değiniyorum. Yunanistan'la biz aslında bu üç ay ilk başlangıcında çok olumlu bir adımla yola çıktık. Yani biliyorsunuz, malum Madrid Zirvesindeki temaslar ve bunun sonucunda da bir uzlaşma, bir iyi niyet, bir diyalog metni, yani "görüşmeyle meseleleri çözeceğiz" anlayışı, bunu imzaladık ve doğrusu benim beklentim şuydu : Bu Madrid Uzlaşmasının ardından zaten Nisan ayında Yunanistan'ın ve Türkiye'nin birlikte kabul ettiği, o Akil Adamlar Komitesi denilen -ve çok güzel düşünülmüş o Akil Adamlar olayı, zaten Nisan ayında her iki tarafta da kabul ettiğini belirtmiş diyaloga da gireceğiz, artık barışla çözeceğiz diye anlaşma yapıldı. Benim beklentim, sadece benim değil Bakanlığımızın beklentisi, bu Akil Adamlar Kurulu'un çalışmaya başlayacağı ve kendi görevi icabı Türkiye ile Yunanistan'ın öne koyacağı, ortaya koyacağı bütün meseleleri inceleyecek ve vardığı sonuçları da iki ülkenin onayına sunacak. Yani beklentimiz buydu. Hatta ben biraz da bu konuya iyimser baktığımdan şunu da yaptım : Bakanlığımızda arkadaşlarımızdan rica ettim ve Yunanistan'a Türkiye'nin önerebileceği üç tane büyük ekonomik işbirliği projesinin hazırlıklarına başladık. Projeleri yeniden hazırlamak değil, zaten Bakanlığımızın geçmişte hazırlamış bulunduğu bazı büyük ekonomik işbirliği projelerini yeniden gözden geçirelim, hemen ardından Sanayi Odasıyla, Ticaret Odasıyla temaslar kuralım. Onlar gelip bir baksınlar ve biz de bunu Yunanistan'a önerelim. Benim düşüncem oydu. Toplansın bu Akil Adamlar, hemen onun ardından, onların sonucunu beklemeden böyle bir girişimde bulunacaktık. Şimdi bunların hiçbiri olmadı. Yunanistan gerçekten anlaşılması zor bir politika içine girdi ve birden bire mesela Akil Adamlar'ın toplanması Türkiye'nin Kardak konusunu Uluslararası Adalet Divanı'na (UAD) götüreceğini beyan etmesine bağlandı. Birtakım önkoşullara bağlandı bu Akil Adamlar'ın biraraya gelmesi. Oysa böyle birşey yoktu. O noktaya olay geldi ki, diyalog, "diyalog olur ama diyalog olması için önce Türkiye başvursun, Kardak konusunu UAD'na götürsün" gibi hiç olmayan ön koşullar yaratıp, bu diyalogtan, bu görüşmeden Yunan tarafı her nedense uzak durdu, uzak durmaya çalıştı. Bunun tabii nedenlerini biz değerlendirmeye çalıştık. Çünkü anlaması ve anlatması, anlaşılması zor bir durum. Diyor ki Yunanistan mesela, Eylül'de bu çok yoğunlaştı, "Türkiye Kardak sorununu UAD'na götürmezse, bunu açıklamazsa diyalog kesilir". Tavır bu. E peki biz Madrid'de imzalarken Temmuz ayında Kardak meselesi vardı. Türkiye Kardak meselesini UAD'na götürmek gibi hiçbir taahhütte bulunmamıştı, buna rağmen Yunanistan bir diyalog, uzlaşma, anlaşma metnini imzalıyor. Temmuz ayında. Kardak meselesi de var. Ama imzalıyor. Yani ikisini birbirinden ayrı tutuyor. Ondan sonra 1,5-2 ay geçtiğinde bize diyor ki, "Biz sizinle oturup görüşmek için, yahut o Akil Adamları toplamak için biz sizinle ancak şu şekilde bunu yaparız : Kardak meselesini UAD'na götürürseniz." Bu yaklaşım gelişti. Mesela, New York'ta Sayın Yunan Dışişleri Bakanının hakaretamiz ve bütün dünyada da kınanan sözlerle yaptığı açıklamada, dedi ki "Şu şu Türklerle biz diyaloga girmeyiz". Diyaloga girmeyiz, müzakere etmeyiz, görüşmeyiz gibi bir yaklaşım. Bunu Sayın Pangalos getirdi ve gene tabii bu Kardak meselesiyle de bir şekilde bağladı. Bu tabii çok çelişkili. Bir yandan Sayın Pangalos bunu söylüyor "Biz Kardak meselesini Türkiye getirmezse görüşmeyiz" diyor. Türkiye götürmüyor, böyle birşeyi yok. Bir yandan da mesela Yunan Başbakanı Başbakanımızla görüşme talebinde bulunabiliyor. Böyle bir çelişki. Bu Yunan politikasının biraz kendi iç çelişkileri, ondan kaynaklanıyor, biraz garip bir yaklaşımdan kaynaklanıyor. Ama sonuç olarak Yunanistan'ı anlamakta bir sıkıntımız var.

Şimdi tabi burada Yunanistan olayını değerlendirirken başka faktörlere de bakmamız lazım. Bir defa biz bu konuları dünya kamuoyuna ve ilgili Bakanlara çok iyi anlatmaya başladık.

Türkiye bir Yunanistan meselesini, bir Ege meselesini, bir Kardak meselesini her zaman iyi anlatmıştır ama zannediyorum Bakanlığımız tarafından biraz daha iyi anlatılmaya başlandı. Buna bir örnek olarak şunu söyleyeyim : Benim daha ilk temasımda dikkatimi çeken, özellikle AB Bakanlarıyla yaptığım konuşmalarda, lafın bir yerinde deniyor ki "Türkiye ile Yunanistan ilişkileri düzelse çok iyi olur. Bizim açımızdan çok önemlidir. Kardak konusunda Yunanistan çok hassas. Türkiye bu konuyu UAD'na götürebilir mi?". Yani hep geliyor, geliyor oraya geliyor konu. Şimdi biz burada biz bir çalışma yaptık. Yapılmış çalışmaları yeniden değerlendirdik ve şöyle bir tavır geliştirdik. Dedim ki "Bu bana söylendiğinde, bir defa iki ülkenin konusu olan bir meselenin çözümü tek bir ülkeden beklenemez". Bunu bir defa çok net koyuyorduk. "Siz niye bizimle konuşuyorsunuz? Eğer siz iki ülke, Yunanistan ve Türkiye'nin arasındaki meseleyi çözmek istiyorsanız, o zaman bir defa gidin Yunanistan'la da konuşun. Bu birincisi. Yani böyle iki de bir de sanki Türkiye tek başına herşeyin sorumlusuymuş gibi bizim önümüze getirmeyin." İkinci kullandığımız mantık şu oldu : Dedik ki "Siz bu konuyla, Kardak konusuyla ilgilisiniz. Bunu anlıyoruz. Bir de öneriniz var. UAD'na bunu götürün diye. Peki Kardak sizi rahatsız ediyor da 12 ada neden rahatsız etmiyor. Üstelik bu 12 ada, Kardak gibi çaresiz bir kaya parçası değil. Bu 12 ada tepeden tırnağa silahlanmış bir vaziyette. Silahlarını Türkiye'ye yöneltilmiş vaziyette ve bu silahlanma Lozan Anlaşmasına da, Paris Anlaşmasına da aykırı. Çünkü bu anlaşmalar diyor ki 'bu adalarda silahlanma olmayacak'. Oysa bir silahlanma var. Siz bununla neden ilgilenmiyorsunuz?" İkinci sualim "Kardak UAD'na götürülsün. Peki. Niye bunu bize söylüyorsunuz da Yunanistan'ın UAD kararlarına koymuş olduğu, getirmiş olduğu sınırlamayı, şerhi neden hiç dikkate almıyorsunuz? Yahut biliyor musunuz böyle bir şerh olduğunu?" Şimdi bir mahkeme diyor Yunanistan. Devamlı Batı Avrupalılar da bize söylüyor, "hadi işte götürün bunu, UAD çok ciddidir, çok doğrudur, buna gelsin konu" deniyor. E peki Yunanistan. Yunanistan şunu yapmış, UAD'nın yetkisini kabul ederken bir kayıt getirmiş ve demiş ki "Yunanistan'ın güvenliğine ilişkin meselelerini bu mahkeme görüşemez". Bunu da Yunanistan yapmış. Ha bir yandan Yunanistan kendine ilişkin, kendini zayıf gördüğü konuları o mahkemenin görüşmemesi için kayıt getiriyor, bir yandan da bize "hadi mahkemeye Kardak meselesini sunun" diyor. Şimdi bu çelişkileri çok anlatmaya çalıştık. Galiba da belli bir ölçüde başarılı olduk. Çünkü Batı Avrupalının ahlak ölçülerinde belli bir nokta vardır. Siz eğer objektif bir konuda, objektif olarak haklıysanız ve bu objektif haklılığınızı doğru bir şekilde anlatırsanız, o zaman kolay kolay kendilerini sizin karşınızda, o objektif gerçekleri bile bile, aksini yapan bir konuma düşürmek istemezler. Bu da onların ahlak sistemindeki olumlu taraflardan biridir ve orada tartışmaya dahi giremediler. Bunları söylüyorsunuz, diyorsunuz ki "O zaman sen söyle, niye ben Kardak meselesini götüreyim? Neden öteki konularla ilgilenmiyorsunuz? Niye sadece Türkiye'nin bir konusunu alıp alıp önümüze çıkarıyorsunuz?" Bunları zannediyorum çok iyi anlattık. Bunların belli ölçüde etkisi oldu.

Gene Yunanistan'la meselerimizde ilginç bir konu . Biliyorsunuz bu Ege üzerinde Yunanistan'la Türkiye farklı iki yaklaşıma sahip. Yunanistan diyor ki, "Ege'de Türkiye ile aramızda bir tek Kardak meselesi vardır ve bu Kardak meselesini, Ege konusundaki tek çözüm mercii UAD'dır. Dolayısıyla Türkiye Kardak meselesini UAD'na götürsün. Başka da birşey olmaz. Ege bundan ibarettir." Bu Yunan tezi. Basitleştirerek anlatıyorum ama tez bu. Bizim yaklaşımımız gene böyle çok basitleştirilmiş şekliyle "Yunanistan'la Türkiye arasında Ege'de çeşitli sorunlar vardır. Bu çeşitli sorunların çözümü, BM'in de öngördüğü çeşitli çözüm mekanizmalarından iki tarafın mutabık kalacağı mekanizmalardır." Bizim yaklaşımımız "Birden çok mesele var. Bu meseleleri çözmek için de birden fazla çözüm yolu var." Bu da bizim yaklaşımımız. Aslında bu iki farklı tez çok önemli. Bizim New York'ta olduğumuz günlerde ABD Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı. Açıklamanın konusu da "Ege'deki Türk-Yunan ihtilafları". Konu da bu. Orada kendi anlayışını getirdi. Şimdi çok ilginçtir. Amerika'nın getirdiği, Ege ve Türk-Yunan sorunlarına bakış açısı bizim bakış açımıza çok yaklaşan bir şekilde ortaya kondu. Yani Türkiye'nin bakış açısına ve bu tabii Ege açısından fevkalade önemli. Bölgede etkili bir devletin "Türkiye ile Yunanistan arasında Ege'de çok sayıda sorun olduğunu" beyan etmesi ve "bu soruların UAD dahil olmak üzere iki tarafın üzerinde mutabık olacağı çeşitli çözüm mekanizmalarıyla çözülebileceğini" beyan etmesi devlet politikası olarak son derece önemli. Ve bu tabi Türkiye'miz açısından da iyi bir gelişme. Nitekim Yunan basınında Sayın Pangalos'un yakışıksız sözleri bu açıklamaya duyduğu öfkenin bir sonucu olarak da yorumlandı.

Şimdi, biz aslında Yunanistan'la dost olmak istiyoruz. Bakanlığımızın politikası budur, hükümetimizin politikası budur. Ancak dost olacağız diye tabii ki menfaatlerimizi hiçe saymak niyetinde de değiliz. Elbette kendi menfaatlerimizi, kendi güvenliğimizi koruyarak, savunarak, önde tutarak dost olmak istiyoruz. Aslında Yunanistan'ın bu Türkiye'ye düşman diye bakmaktan, Türkiye'den korkmaktan belki de, efendim Türkiye meselesini bir çeşit iç politika malzemesi gibi kullanmaktan uzaklaşması lazım ve hakikaten Türkiye'ye dostça, iyi niyetle yaklaşması lazım. Eğer bunu yapabilirse biz bütün iyi niyetimizle Ege'yi bir dostluk köprüsüne dönüştürmeye hazırız. Bunu daha önceki hükümetlerimiz de ortaya koymuştur. Bizim politikamız da budur ve bu konuda Yunanistan'ın biraz daha akl-ı selim ile davranmasını beklemekteyiz.

Bir başka önemli konu, Avrupa Birliği. AB'ni de gene hatırlarsanız burada konuşurken ben politikamızı açıklamıştım. "Elbette bizim açımızdan önemli bir hedef, önemli bir sorun olduğunu" söylemiştim ama "Türkiye tek bir konuda, tek bir saplantıda kendi geleceğini aramak gibi bir çaresizlik içinde değildir" demiştim ve "bu hedefin gerçekleşmesi için Bakanlığımızın da şahsen benim de çok gayret sarfedeceğimizi, fakat bu olursa olur, olmazsa da olmaz diye baktığımızı" anlatmıştım. Üç ay önce bu konu az önce belirttiğim gibi, AB açısından tamamlanmış bir olaydı. Yani o kadar tamamlanmıştı ki, yani mesala F. Almanya'nın resmi politika belgesinde şöyle denmekteydi: Bu AB'nin genişleme sürecine bakıldığında, önce anlatılıyor. Görüşmelerin bu altı ülke ile nasıl başlatılacağı, diğerlerinin aday konumunda olduğunu anlatıyor. Sıra Türkiye'ye geldiğinde şu ifade kullanılıyor : "AB politikalarımız aynı zamanda yaygın, kapsayıcı Avrupa güvenlik mimarisini gerçekleştirmeye dönüktür. Bu süreç içinde, AB -tercüme ettiğim için, tam da tercüme etmek istediğim için cümle kuruluşu bakımından doğru olmayacak ama tam tercüme etmek istiyorum- diyalogunu, işbirliğini ve ortaklığını şu ülkelerle ve şu komşularla güçlendirmelidir. Rusya ile, Ukrayna ile, Türkiye ile ve Akdeniz bölgesindeki diğer ülkelerle." Yani biz görevi devraldığımızda Türkiye'nin AB tarafından algılanışı bu idi. Yani uzakta, esas olayın dışında, Akdeniz'deki diğer ülkeler gibi, Ukrayna gibi, Rusya gibi, bazı komşular gibi bir Türkiye. Taa 63'ten, 64'ten beri anlaşmalar imzalamış, Gümrük Birliğine girmiş, bunca yıl bu konuda birçok gelişmeler yapmış, adaylık iddiası olan, adaylığını ortaya koymuş bir Türkiye değil. Tabir mazur görülürse işte "dış kapının dış mandalı" falan derler, öyle bir Türkiye. Şimdi biz AB konusunda hükümetimiz ve Bakanlığımız ciddi bir politika izledik. Hiç kimseye böyle gidip de "Aman ne olur bizi alın. Almazsanız şunu yaparız, bunu yaparız" gibi bir yaklaşım değil. Fakat Türkiye'nin haklılığını, Türkiye'nin konumunu ve Türkiye'ye haksızlık yapıldığını, bizim de bu haksızlığın bilincinde olduğumuzu ve o haksızlığın elbette ilişkilerimize olumsuz yansıyabileceğini, bundan sakınmamız gerektiğini ciddi şekilde anlattık. Çok da uğraştık bu konuda.

Peki ne oldu? Bugün neredeyiz? Onu da çok net, objektif olarak söyleyeyim. Şimdi bu girişimlerden sonra AB Türkiye konusunda yeni bir değerlendirme yapıyor. Bu değerlendirmede bazı ülkeler, benim "iyi, güzel, doğru" diyebileceğim az sayıda ülke bir noktada gözüküyor. Yani az sayıda ülke benim de kabul edebileceğim bir noktada gözüküyor. Birçok ülke belki benim kabul etmeyeceğim, etmeyeceğim dediğim, "hayır, bu olmaz" şeklinde değil de, içime sindiremeyeceğim diye söyleyeyim, ama gene de Türkiye açısından bir gelişme sayılabilecek, bir öneri hazırlığı içinde gözüküyor. Bu olacak mı, olmayacak mı? Onu bilemem. Fakat böyle bir gelişme var. Böyle bir gelişmeyi ben New York'taki temaslarımda somut olarak konuştum ve gördüm. Örneğin bizim Türkiye konularında genellikle çok ihtiyatlı olan İngiltere'nin Türkiye'nin aday ülkeler arasında ve çıkış noktasında onlarla aynı çizgide olmasına dönük bir düşünce geliştirdiği izlenimini aldım. Böyle yapıyorlar diye başkasının adına konuşmam fakat böyle bir izlenim aldım.

Gene AB bağlamında, daha tabi bütün üye ülkeler Türkiye'ye karşı çok olumlu bakış açıları içindeler falan, öyle değil. Ben o görüşte değilim, ama bütün üye ülkelerde Türkiye'ye dönük bir gelişme, "birşey yapabilir miyiz, Türkiye bu söylediklerinde haklı, biz bir çözüm arayabilir miyiz?" gibi bir hassasiyetin başlamış olduğu, bu bir vakıa.

Tek tek bütün konulara girmek istemiyorum, ancak Balkanları söyledim. Ortadoğu ile bu üç aydan daha fazla ilişkimiz olacak. Türk Cumhuriyetleriyle bazı çalışmalar başlatmak ümidindeyim. Hatta Türk Cumhuriyetleriyle biraz daha üst düzeyde teması organize etmek düşüncesindeyiz. Bunları zaman içinde gerçekleştireceğiz ve üç aylık sürede yapılandan elbette daha fazlasını önümüzdeki dönemde gerçekleştireceğiz.

Ben şimdi kısaca yöntem meselesine değinmek istiyorum. Sanırım Bizim Bakanlığımızın ve bu üç ayın gözükmeyen belki fakat önemli gelişmesi şu oldu : Biz Türkiye'nin dış sorunlarını, dış ilişkilerini bir koordinasyon içinde, danışarak, Bakanlığımızın dışından düşünce girdisi sağlayarak çalıştık. Küçük bir ölçüde bunu yaptık. İleride daha fazlasını yapacağız ve bunu yaparken de hem hükümet düzeyinde, hem de bizim dışımızdaki başka sivil toplum örgütleri düzeyinde devamlı bir danışma sürecine girdik. Mesela bir AB konusunu ben sendikalarla konuştum, işveren sendikalarıyla konuştum, esnaf birliğiyle konuştum, AB konusundaki başka sivil toplum örgütleriyle konuştum. Bu yeterli mi? Bence yeterli değil ama bir başlangıç olarak bunu yaptık ve buna devam edeceğiz. Siyasetin katkısını, siyasi katkıyı, katılımı Dışişlerine henüz yeterince alabilmiş değiliz. Onun mekanizmalarını da oluşturacağız. Ben Meclis'teki bütün milletvekillerinin, Meclis'teki siyasi partilerin dış politikayı sadece kendi dışlarında meydana gelen, gazetelerden öğrendikleri ve eleştirdikleri bir olay olmaktan çıkarmak amacındayım, onun yerine oluşumuna katkıda bulundukları ve belli bir düzeyde sorumluluğunu paylaştıkları bir olaya dönüştürmek istiyorum.

Ayrıca, bu bağlamda, akademik çevrelerin katılımı. Daha henüz o konuda birşey yapamadık. Vakit olmadı açıkçası. Dünyanın gelişmiş dış politika uygulamalarında bu çok önemli. Dış politika oluşurken ilgili üniversite çevrelerinin mutlaka o dış politikaya bir katkısı, katılımı oluyor. Bunu yeterince organize edebilmiş değiliz. Bunu da mutlaka yapacağız.

Basınımız tabii çok önemli. Çünkü basın bizim Bakanlığımızla halkın, toplumun arasında bir köprü görevi taşıyor bir defa. İkincisi, hani demin söylediğim, siyaset çevresi, üniversite bilim dünyasından almak istediğimizi, basın dünyası bize sürekli veriyor. Yani basın dünyası bize sadece haberleriyle değil, sadece yorumlarıyla değil ama bir bütün olarak, ben mesela her sabah bütün gazetelerde çıkan bütün dış haberleri, bütün dış yorumları okuyorum ve o bana bir takviye oluyor, bir bilgi akışı oluyor, birikim akışı oluyor. Şu anda öngördüğüm katkılardan tek tatmin edici düzeyde olanı.

Daha etkin bir Dışişleri Bakanlığı nasıl yapabiliriz, nasıl olabilir? Bu konuda çalışmamız var. Zannediyorum, önceden açıkladığımız ilkeler doğrultusunda Dışişleri Bakanlığımızın ekonomi diplomasisine ve kültür diplomasisine dönük, daha üretken olmasını sağlaması açısından, kendi organizasyon düzenimizde bazı yenileşmeler yapacağız. Bunun hazırlıkları devam ediyor ve bu arada ileriye dönük bir-iki çalışma. Birisi daha yakın gelecek, öbürü orta vade. Şimdi önümüzdeki yıl Türkiye'mizin çok önemli bir yıldönümünü kutlayacağız. Türkiye'nin, Cumhuriyetimizin 75. yıldönümü. Bu 75. yıldönümünde ve hemen onun arkasından gelen 700. yıl, bizim Osmanlı tarihimizin 700. yılı ve o 700 yılı taçlandıran, belki en ileri düzeyde sonuçlandıran Cumhuriyet ihtilali ve Cumhuriyetimizin 75. yıldönümü. Önümüzdeki yıl için birçok ülkenin çok geniş bir ülke katılımının bilim adamlarıyla bir araya geleceği ve Türkiye modelini tartışacağı bir bilimsel çalışma düşünüyoruz. Yani bu bilimsel çalışmada Türkiye modeli tartışılacak, Türkiye'nin Cumhuriyet modeli. Türkiye modelinin bütün dünya için, özellikle de bizim gibi İslam geleneğine sahip ülkeler açısından olağanüstü önemini, belki biz yeterince Türkiye olarak çok da değerlendiremedik ama, bunu böyle uluslararası bilimsel bir toplantıda çok daha iyi değerlendirip dünyaya yeniden sunabilmemizi mümkün kılacak bir bilimsel çalışma.

1999, gerçi ona vakit olduğu için üzerinde çok fazla düşünülmüş değil ama, 1999'da bizim tarihimizin belli bir kesitinin başlangıcının 700. yılı. Burada şöyle bir düşünce var. Daha çok düşünce düzeyinde ama vakit de var önümüzde. Tabii hiçbir ülkenin tarihi baştan sona bembeyaz sayfalardan oluşmaz. Elbette bizim de çok uzun tarihimizde doğru olmayan bazı olaylar da mevcuttur. Fakat bizim tarihimiz hakikaten bütünlüğü itibariyle dünyaya hoşgörü tarihi diye geçebilmiş, hoşgörünün tarihi diye kabul edilebilmiş bir dönemdir ve bu tarihimizi çok sayıda devletle, ulusla birlikte paylaştık ve yaşadık. İyi günümüz oldu, kötü günümüz oldu. Ancak şu anda dünya coğrafyasına baktığımızda biz tarihimizi Balkanlar'daki çok sayıda devletle, Kuzey Afrika'ya gidebiliriz, Ortadoğu, hatta Karadeniz'in kuzeyi, Kafkaslar, çok büyük coğrafyada yer alan ve bugün her biri devlet olan, aşağı yukarı her biri, geniş bir toplulukla biz bu tarihi paylaştık ve birlikte yaşadık. Bu çerçeveden hareketle gene tamamen bilimsel düzeyde olaya bakarak ve bilim adamlarını biraraya getirerek ve özellikle de bu coğrafyayı, bu tarihi bizimle birlikte paylaşmış, yaratmış ve yaşamış olan ülkelerin, toplumların bilim adamlarıyla 700 yıllık bir tarihin belli yönlerinin irdelenmesi, incelenmesi olarak bunu düşünmekteyiz. Bu konuda daha önümüzde vakit var ama bunu da geliştirmeyi öngörmekteyiz.

Şimdi efendim suallere geçmeden, ben elbette bir üç ayı objektif değerlendirebilme mevkiinde değilim. Yani çok tarafım burada. Ancak bana göre gerçekten ve tabii ki öncelikle arkadaşlarımızın, Bakanlıktaki arkadaşlarımızın emeğiyle, birikimiyle, herkesin iyi niyetli çalışmasıyla üç ayda aldığımız mesafe önemli mesafedir. Türkiye'nin güvenliği, Türkiye'nin menfaati, demin belirttiğim gibi, halkımızın ekmeği, çocuklarımızın geleceği yolunda biz mesafe aldık ve umuyorum, hatta inanıyorum, bundan sonra bu mesafeyi daha da hızla alacağız, daha ileri noktalara Türkiye'mizin Dışişlerini ulaştıracağız. Ben kendi payıma gerçekten faydalı, verimli ve de keyifli bir çalışma döneminin içindeyim. Umuyorum bundan sonra daha iyisiyle biz gene burada olacağız, gene basınımızın karşısında olacağız.

Teşekkür ederim.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM’İN İLK BASIN TOPLANTISI (Ankara, 18 Temmuz 1997 Cuma) HEDEF:21. YÜZYILA ‘‘DÜNYA DEVLETİ’’ OLARAK ULAŞMAK…

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM’İN

İLK BASIN TOPLANTISI

(Ankara, 18 Temmuz 1997 Cuma)


HEDEF:21. YÜZYILA ‘‘DÜNYA DEVLETİ’’ OLARAK ULAŞMAK…


-I-İLKELER

1)Türkiye, sıradan bir toplum,raslantılarla meydana getirilmiş derme-çatma bir ülke değildir.Türkiye,yüzlerce yılın biikimine, tarih ve kültür derinliğine sahip bir memlekettir.Kendi özgün kimliğinin, kendi işlevinin bilincinde olmak, tarihten devraldığı kültür ve deney zenginliğini çağdaş özelliklerle bütünlemek, Türkiye’nin hem kendine hem insanlığa karşı görevidir. Türkiye, nereden gelip, nereye yöneldiğini, insanlığın büyük yürüyüşüne hangi özgün katkıyı getireceğini yeniden değerlendirmek, kendi evrensel işlevini, yeniden düşünmek durumundadır.

Günümüz kuşaklarının hedefi, Türkiye’yi 21.Yüzyıla bir ‘‘Dünya Devleti’’ özelliğiyle ulaştırmak olmalıdır.

‘‘Dünya Devleti’’, yani, sürekli başkalarına özenen değil, başkalarının ona özendikleri bir Türkiye… Tarihini ve kültürünü paylaştığı bölgelerle dostluk ilişkilerini geliştiren bir Türkiye…Bilgiyi ve teknolojiyi sadece kendi dışında arayan değil,kendisinden bilgi ve teknoloji aranan bir Türkiye…Büyük Atatürk’ün işaret ettiği yönde, diğer milletlere örnek olabilen bir Türkiye…Tarihsel birikimiyle, kültür zenginliğiyle,demokrasisiyle ekonomisiyle, insan sevgisinden ve sosyal adaletten kaynaklanmış çağdaşlığıyla, dünyanın başlıca çekim merkezlerinden birini oluşturan bir Türkiye…

Dışişleri Bakanlığı olarak, bizim görevimiz, bu büyük hedefe dış siyasetin katkısını getirmek ve dünya dinamiği içinde Türkiye etkinliğini en üst düzeyde sağlamaktır.

2)Türkiye’nin tarih, kültür ve coğrafya özelliklerinden oluşan stratejik konumu, kendinde varolan güçten en üst düzeyde yararlanmanın imkanlarını ona açmaktır.

Türkiye’nin tarihi, büyük ölçüde, dünyayla sürekli bir iletişimde, kültür alışverişinde ve ticarette biçimlenmiştir.Osmanlılar, dünyadaki dengelerden, gelişmelerden büyük ölçüde etkilenerek ve onları etkileyerek kendi tarihlerini yazmıştır. Genç Türkiye Cumhuriyetinin 1920’lerdeki oluşumu, öncelikle dış dengelerin çok ustaca ve gerçeklilikle saptanmasına dayanır.Tarihin ‘‘erişilebilir’’ kıldığı hedef belirlenmiş, onun stratejisi izlenmiş ve ona erişilmiştir.

Dışişleri Bakanlığı olarak bize düşen, hem insanlığın, hem bölgemizin, hem de kendimizin yararına olan sentezleri geliştirmektir, dünya ve bölge dengelerinde, Türkiye’nin menfaatine en uygun yolları izlemektir, Türkiye’nin 21.Yüzyıla güvenlik,barış ve refah içerisinde ulaşmasına dış siyasetin katkılarını getirmektir.

3)Türkiye’nin dünyadaki ‘‘yeri’’ ve ‘‘Avrupalılığı’’ üzerine yapılan tartışmaları, Asya ile Avrupa arasında ‘‘ya biri, ya öteki’’ yaklaşımını doğru bulmuyorum.

Türkiye, yedi yüzyıldan beri ‘‘zaten’’ Avrupalıdır.Kendi Avrupalılığını yabancı ülkelere ya da birliklere tescil ettirmek gibi bir sorunu, bir zorunluluğu yoktur.Türkiye, Avrupalı olduğunu daha 1453 yılında dünyaya ilan etmiş ve hep Avrupalı kalmış bir ülkedir:

‘‘Avrupalı olmak’’, bir kültür olgusuysa,Türkiye, ‘‘çağdaş Avrupa kültürü’’nün temelini oluşturan demokrasi, çoğulculuk, laiklik, insan hakları, kadın-erkek eşitliği gibi değerleri paylaşan ve bazı eksiklerini gidermekte olan bir ülkedir.

Başka bir deyişle, Türkiye’nin, kendi Avrupalılığını ‘‘kabul ettirmek’’ gibi bir meselesi olamaz. Türkiye’nin Avrupalılığı, başkalarının onayına bağlı bir muhtemel durum değildir; tarihi,coğrafi ve kültürel bir vakıadır.

Türkiye’nin Asyalı olmakla Avrupalı olmak özelliğine, ayrıcalığına sahiptir.Bu, bizim zenginliğimizdir;gücümüzdür.

4)Türkiye’nin çok az ülkeye nasip olmuş bir önceliği, bir ‘‘model’’ özelliği mevcuttur.

1.5 milyarlık toplam nüfusu ile İslam geleneğini taşıyan ülkeler arasında Türkiye, ‘‘demokrasi, insan hakları, laiklik, çağı paylaşmak’’ gibi özellikleri ve iddiaları olan başlıca örnektir: Bir ‘‘modeldir’’.

Türkiye modeline sahip çıkmak ve onu bir ‘‘ dayatma’’, bir ‘‘ihraç metaı’’ gibi değil, ancak, başka toplumların yararlanalabileceği bir tarihsel deneyim olarak örnek göstermek ve barışçı bir tanıtım olgusuna dönüştürmek, Türkiye’nin İslam dünyasına önemli katkısı olacaktır.

5)Dışişleri Bakanlığımız, Türkiye’nin bu tarih, kültür ve deneyim zenginliğini dikkate alarak ve Türkiye’nin büyüklüğünün bilincinde olarak, önümüzdeki dönemin siyasetlerini oluşturacaktır.

Dışişleri Bakanlığımız, dünyadaki haksızlıklar, artan yabancı düşmanlığı, ırk ve inanç ayrımcılığı, terörizm, savaş gibi olumsuzlukların karşısında olacaktır. Hakkın, adaletin, barışın, insan hak ve özgürlüklerin ve bizim hem tarihsel hem de çağdaş özelliğimiz olan hoşgörünün yanınada yer alacaktır.

Türkiye için şehitler vermiş, kendi vatanseverliğini, bilgisini ve emeğini Türkiye’nin harcına katmış Dışişleri Bakanlığımız, bunu başaracak insan ve deney birikimine, iradeye yeteneğe, tarih ve kültür derinliğine sahiptir.

-II-YÖNTEMLER

1)Dış siyasetin, üç boyutta organizasyonu sözkonusudur.


Klasik Diplomasi: Dışişleri Bakanlığımızın öncelikli amacı ve işlevi, Türkiye’nin güvenliğine dış siyasetin katkısını getirmektir: ‘‘Yurtta Sulh ve Cihanda Sulh’’tur.

Ekonomi Diplomasisi: Dış siyasetimizin ikinci amacı ve işlevi, Türkiye’nin ekonomik büyümesine, dünya ile ekonomik ve ticari ilişkilerine Dışişlerinin katkılarını sağlamaktır. Bu işleve, bizim yönetimimizde mümkün olan en büyük önem verilecektir.


Kültür Diplomasisi: Nihayet, dış politika, ülkemizin dünyadaki görünümünü güçlendirmenin, kültürünü ve insanını tanımanın, saygınlığını arttırmanın başlıca bir aracıdır. 21. Yüzyılda yaklaşık 200 milyon insanın anadili olacak Türkçemizin, kültürümüzün taşıyıcısı niteliğiyle, ortak kültür zenginliklerinin paylaşılmasında, iletişim ve işbirliğinde büyük işlevi olacaktır.


Bu üç anlayışın çerçevesinde, güvenliğimizin, ekonomimizin ilgili birimleriyle ve hem kamu hem de özel girişim çevreleriyle, işçi sendikalarımızla, ilgili sivil toplum kurumlarıyla, kültür, düşünce ve basın dünyasıyla ilişkilerimizi geliştireceğiz .Onların deneyimini, eleştiri ve önerilerini alacağız ve değerlendireceğiz. Hem ekonomi hem kültür alanında ilgili bakanlıklarla ve öteki kamu birimleriyle işbirliği içinde kendilerine katkımızı sunacağız. Türkiye’nin dünyada yüceltilmesi, tek başına Dışişleri Bakanlığımızın görevi olamaz, ancak toplumun ortak çalışmalarıyla bu gerçekleşebilir.


2) Dünyadaki başarılı dışişleri bakanlıklarının, etkin dış siyaset örneklerinin özelliği, politikalarının oluşumunu üç büyük kaynaktan yararlanarak, üç kaynağın katkısıyla geliştirmeleridir.

- Bakanlığın kendi deneyimi ve kendi kadroları;

-Ülkenin parlamentosu;

- Toplumun bilim, düşünce ve üniversite çevreleri.

Ülkemizin kamuoyunda, geleneksel olarak,dış siyasetin oluşturulmasında her şey Dışişleri Bakanlığından beklenmiştir.Gerek TBMM’nin, gerekse üniversiteler ve bilim çevrelerinin, bu siyaset oluşumdaki payı büyümelidir. Böylece dış siyaset, blimin ve parlamentonun çok değerli katkılarından daha fazla yararlanabilmelidir.

Bizim yönetimimizde, bu en önemli iki kaynağın katkıları artacaktır. Siyasi partilere ve milletvekillerine danışılarak, onların bilgisiyle ve birikimiyle politikalar şekillenecektir. Üniversiteler ve bilim çevreleriyle organik ilişkiler kurulacak, sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapılacak, bu çevrelerin kendi birikimlerini dış siyasete katmalarını sağlayan düzenli ve sürekli mekanizmalar getirilecektir.

Bu anlayışın ilk ve mütevazı adımı olarak, TBMM’de temsil edilen, hükümette yer almayan partilerin liderleriyle görüşmeler yaparak onların düşüncelerini, önerilerini ve eleştirilerini alacağım. Kendilerine bilgi sunacağım.

Nihayet, dış siyaset, insanlarımızın günlük yaşamını etkileyen, çocuklarının geleceğini belirleyen başlıca bir etkendir. Topluma sürekli bilgi vereceğiz.Tarihin ve binlerce yıllık bir kültürün imbiğinden süzülerek gelmiş halkımızın değerlendirmesini her aşamada dikkate alacağız ve onun bize vereceği güçle, ona layık bir Dışişleri Bakanlığı olacağız.


-III-BAZI POLİTİKALARIN ÖZETİ


*** İNSAN HAKLARI: Türkiye’nin dış siyaseti, çağdaş, demokratik, laik bir hukuk devletinin yansımasıdır; bu özelliklerinin bir ifadesidir. Dışişleri Bakanlığımız, insan haklarının ve demokrasinin gelişiminde geleneksel ve onurlu bir işlevin sahibidir; Tanzimat döneminden başlayan, günümüzde devam eden sürekli bir gelişimin öncüleri arasındadır. Bu özelliğimizi, geliştirerek sürdüreceğiz. Çalışmalarımızı ve önerilerimizi, yakın bir tarihte Başbakanlığa ve İnsan Haklarında Sorumlu Devlet bakanlığına sunacağız.

***TERÖRİZM: Çağımızın bir hastalığı da terörizmdir. Terörizme karşı mücadelede uluslar arası işbirliği, öncelikli bir konumuz olmaya devam edecektir. Ülkelerin bu işbirliğine katkıları ya da bundan kaçınmaları, bizim kendilerini değerlendirmelerimizde önemli ölçüt olacaktır. Öte yandan, yurt dışından kaynaklanan ve ülkemizin anayasal düzenine yönelen tehditlerin önlenmesine, dış siyasetin katkılarını sürdüreceğiz.


***DIŞ EKONOMİK İLİŞKİLER: Ülkeler arasında ekonomik işbirliği ve etkileşim yoğunlaştıkça, gerilim nedenleri azalmakta ve barış dinamikleri güçlenmektedir. Dışişleri Bakanlığının başlıca bir işlevi, Türkiye’nin ekonomik büyümesine ve ticari gelişimine dış siyasetin katkısını getirmektir. Bu anlayış, önümüzdeki dönemin başlıca hedeflerinden birini oluşturuyor. Bu düşüncelerle, varolan çalışmaları geliştirmekteyiz. Türk girişimcilerin yararlanacağı katkıları sağlamak üzere, dış temsilciliklerimize özel görevler vereceğiz. Dış temsilciliklerimiz, aynı zamanda, ekonomimizin bir uzantısı olarak işlev taşıyacaktır. Bu konuda hazırladığımız talimat dış temsilciliklerimize ulaştırılmaktadır. Türkiye’nin dış ekonomik ilşkilerinin geliştirilmesi bağlamında, KEİ, EİT, İSEDAK ve D-8 gib

i çoğuna öncülük ettiğimiz bölgesel ve çok taraflı işbirliğine katkımızı etkin olarak sürdüreceğiz.


***EKONOMİNİN YENİ AÇILIM ALANLARI: Türkiye’nin ekonomisi güçlendikçe, dünyadaki hareket alanı da genişlemiştir. Bakanlığımız, mevcut ekonomik beraberliklerimizin ve tercihlerimizin yerini almak üzere değil, onları bütünlemek ve çeşitlendirmek anlayışıyla, yeni ekonomik açılımların siyasal alt yapısını geliştirecektir. Bu bağlamda, Hindistan, Rusya, Çin benzeri büyük ölçekli ekonomilerle daha yakın ekonomik ilişkilerin temelleri oluşturulacaktır. Atlantik’in her iki yakasında belli başlı ülkelerce Türkiye’nin kilit bir konumda görüldüğünün bilincinden hareketle, Amerika kıtasıyla ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi için planlı bir çalışma yapılacaktır. Aynı yaklaşım, Türkiye’nin, Pasifik havzasına açılımı için hayata geçirilecektir. Öte yandan, Hazar petrollerini dünya piyasalarına taşıyacak ana boru hattının Türkiye üzerinden geçmesinin sağlanması öncelikli bir hedefimizdir. Ülkemizin ekonomik çıkarlarının ve çevre kaygılarının yanı sıra, bu proje, dünyaya sürekli ve güvenilir bir ulaşım hattı sağlayacaktır. Boğazların güvenliği bu stratejinin önemli bir parçasıdır.

Türkiye’nin bu alandaki çalışmalarının hızlandırılmasını ve etkin bir koordinasyonuna kavuşturulmasını öngörmektedir.


***YURTDIŞINDAKİ VATANDAŞLARIMIZ: Türkiye’nin dışında yaşayan yurttaşlarımıza bakış açımız öncelikle onların ve çocuklarının mutluluğu ölçütünden hareket edecektir. Dünyaya açılmak farklı ülkelerde yaşamak, kendi kişiliğine, kültürüne, bağlılıkla çelişmez. Aksine, tamamlayıcı, zenginleştirici bir olgudur. İnsanlarımız, bulundukları ülke ile Türkiye’nin ilişkilerinde bir anlayış köprüsü oluşturmalıdır. Çözüm önerilerimiz, bu bilinci taşımak kararlılığındadır. Yurttaşlarımızın, yabancı düşmanlığından kaynaklanmış saldırılardan korunması, sosyal ve siyasal haklarının gelişmesi için Dışişleri Bakanlığı olarak elimizden geleni yapacağız.


***AVRUPA BİRLİĞİ: Avrupa Birliğine tam üye olmak, Türkiye için anlaşmalardan doğan bir haktır. Bu hakkımızı en kısa zamanda elde etmek için, üzerimize düşen her türlü gayreti göstereceğiz. Avrupa Birliğinin anlaşmalardan doğan yükümlülüklerinin ve uygulamalarının yakın takipçisi olacağız. Bakanlık olarak, Avrupa Birliği üyeliğimizin gerçekleşmesi için çok yoğun bir çalışmanın içindeyiz, bunu arttırarak sürdüreceğiz. Ancak, Türkiye, süresi ve sonucu belirsiz bir bekleyişe mahkum değildir. Türkiye, Avrupa Birliği üyeliğini bir saplantıya dönüştürmeksizin, bir yandan Avrupa Birliğine tam üye olarak katılmanın tüm çalışmalarını sürdürecek, bir yandan da, kendi siyasal ve ekonomik dinamizmini dünyanın her köşesine ulaştıracaktır.


***ABD: Dış siyasal dengelerimizde özel bir yeri olan ABD ile dostluk ve ittifak temellerine dayalı stratejik işbirliğini her alanda geliştirmek düşüncesindeyiz. Ekonomik ve siyasal ilişkilerin önünde zaman zaman engel yaratan yanlış izlenimleri gidermek gerekir. Bu bağlamda, karşılıklı menfaate zarar veren dar açılı ve ön yargılı yaklaşımları etkisiz kılmak için çalışmalar yapılacaktır. ABD’deki Türk toplumunun güçlendirilmesini, ilişkilerimizin gelişiminde önemli bir etken olarak nitelendirmekteyiz.


***TÜRKİ CUMHURİYETLER: Dost ve kardeş Orta Asya Türk cumhuriyetleriyle işbirliğimizi eşit ortaklar olarak daha ileriye götüreceğiz. Bu ülkelerin, bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüklerine büyük önem veriyoruz, demokrasi içinde gelişmeleri ve uluslar arası toplumla bütünleşmeleri doğrultusunda destek olacağız.


***İSLAM ÜLKELERİ: İslam ülkeleri arasında dostluk, işbirliği ve dayanışmanın geliştirilmesi öncelikli amacımızdır. Bu bağlamda, İKÖ’ne desteğimiz sürecektir.


***KOMŞU ÜLKELERLE İLİŞKİLER: Komşu ülkelere yaklaşımımızda, bağımsızlık,egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunması ilkeleri, işbirliği ve komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi politikamızın temelini oluşturur. Bunun yanı sıra, ortak menfaatler, içişlerine karışmama, sınır güvenliği ve terörizmle mücadelede işbirliği, bu ilişkilerimizin öteki ölçütlerini meydana getirir. Bze dostça yaklaşana, fazlasıyla dostluk göstermek bizim geleneğimizdir. Dostluğa sığmayan davranışlara karşılık vermek ise doğaldır.


***RUSYA: Kuzey komşumuzla ekonomik ilişkilerimiz, bu bağlamda, ticaret, müteahhitlik hizmetleri ve turizm hızla gelişmektedir. NE var ki, ekonominin sağladığıelverişli zeminden yeterince yararlanıldığını, ekonomiye parelel düzeyde siyasal ilişkilerin oluştuğunu söylemek zordur. Ekonomide ulaşılan başarılar, iki ülkenin uluslararası düzeyde daha yakın işbirliğine girmelerine yol açabilmelidir.


***YUNANİSTAN: Yunanistanla aramızdaki bazı anlaşmazlıkların sürekliliğine rağmen, Madrid Zirvesinde oluşturulan iyi niyet zemini, olumlu gelişmelerin başlangıcı olabilecektir. Türkiye, bu iyiniyet ortamından yararlanmak kararlılığındadır. Yunanistanın da bu yaklaşımı paylaşması, Madrid uzlaşmasının üzerine barışçı gelişmelerin bina edilmesini mümkün kılacaktır.


***KIBRIS: Kıbrıs Türk halkı, Türkiye’nin hem insani, hem de askeri güvencesi altındadır. Bu güvencenin kaynağında, uluslar arası anlaşmaların garantör devletlere tanıdığı yetkiler ve verdiği görevler vardır. Kıbrıs Rum kesimine yerleştirilen gelişmiş silahlar, anlaşması yapılan S-300 füzeleri ve Yunanistan’la oluşturulan ortak askeri doktrin gibi gelişmeler, Kıbrıs’ın, sadece KKTC bakımından değil Türkiye için de bir güvenlik sorununa dönüşmesine neden olmuştur. Cumhurbaşkanı Denktaş’ın ısrarları sonucunda New York’da başlayabilen iki görüşmeler ise, Avrupa Birliği’nin yanlış ve hukuk dışı tutumunu sürdürmesiyle gölgelenmiş ve görüşmelerin devamını, Avrupa Birliği tarafından tehlikeye sokulmuştur. Türkiye olarak, bu olumsuz gelişmelerin karşısında hareketsiz kalmak mümkün değildir. 1960 antlaşmalarını hiçe sayan Avrupa Birliği kararının uygulama aşamasına gelmesi, Türkiye ve KKTC Cumhurbaşkanlarının mutabakatları ve TBMM’nin 21 Ocak 1997 tarihli kararı çerçevesine, Türkiye’nin de KKTC ile kısmi bütünleşme sürecini gündeme almıştır.


***ORTADOĞU: Türkiye, Ortadoğu’da çok önemli bir denge unsurudur. Ortadoğu barış sürecine katkılarını geliştirmeye hazırdır. Filistin dahil bütün arap ülkeleriyle tarihi dostluk ilişkilerini geliştirmenin kararlılığındadır. Türkiye, İsrail’le sürdürdüğü ve hiçbir ülkenin aleyhine olmayan, barış ve istikrara katkı olarak nitelediği dostluk ve işbirliğine devam edecektir. Bu ilişkinin yanlış algılanmış olmasından kaynaklanan yersiz tedirginliklerin ortadan kalkması için, Türkiye, Arap dostları nezdindeki bilgilendirmesini sürdürmektedir.


***IRAK: Politikalarımızın temeli, Irak’ın bağımsızlığının, egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin korunmasıdır. Irak’ın BM Güvenlik Konseyi kararlarını uygulayarak uluslar arası toplum içindeki yerini yeniden alması düşüncesindeyiz. Irak’a belirli ürünleri ithal imkanı veren BM kararı, yaptırımların Türkiye’ye yansıyan çok yüksek maliyetinin çok küçük bir bölümünü karşılayabilmektedir. Bu kararın sürdürülmesi ve genişletilmesi gerekliliğini savunuyoruz. Türkiye’nin Kuzey Irak’taki son askeri harekatı belirlenen hedeflerine ulaşmış ve birliklerimiz büyük çapta geri çekilmiştir. Bu harekat, hiçbir şekilde Irak’ın toprak bütünlüğüne zarar vermeye yönelik değildir. Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı mücadelede etkili biçimde sürdürülecektir. Sınırlarımızın güvenliğini sağlamak ve halkımızın can ve mal güvenliğini korumak doğal hakkımız ve görevimizdir. Kuzey Irak’ta istikrarın ve barışın sağlanması amacımızdır.


***BALKANLAR: Balkan ülkeleri ile tarihi ve yakın dostluk ilişkilerimizi ve işbirliğimizi en ileri düzeye çıkarmayı öngörüyoruz. Balkanlarda barış ve istikrarın sağlanmasına veya işbirliğine yönelik çok taraflı girişimlri destekliyoruz. Bölgede yeni ekonomik beraberliklerin Türkiye tarafından önerilmesine dönük imkanları araştırıyoruz.


***KAFKASLAR: Kafkaslar, Türkiye’nin Orta Asya’da açılan bir penceresidir. Bu komşu bölgede, barış ve istikrara, bölge ülkelerinin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüklerinin korunmasına büyük önem veriyoruz. Koşullar elverişli olduğunda, bölgede ekonomik işbirliğinin bu amaçlara hizmet edeceğinin bilincinde davranacağız. Azeri-Ermeni uyuşmazlığının en kısa zamanda ve Azerbaycanın toprak bütünlüğü ekseninde çözümlenmesi için ikili planda ve Agik/Minsk grubu içinde aktif çaba göstermeye devam edeceğiz.

ULUSLARARSI İLİŞKİLER

ULUSLARARSI İLİŞKİLER DİSİPLİNİ

Daha önceleri siyaset biliminin bir alt dalı olan Uluslararası İlişkiler Disiplini 1900’lü yıllar ile beraber ayrı bir disiplin olarak gelişegelmiştir. Bununla beraber uluslararası ilişkiler ile siyaset bilimini birbirinden ayırmak neredeyse imkânsızdır. Ancak 20. yüzyılın başında Uluslararası İlişkiler, siyaset biliminin yanında ayrı bir ekol olarak yerini almıştır.
Uluslararası İlişkiler Disiplini genel manada üç bilim dalından oluşur:
1)Siyasi Tarih
2)Uluslararası Hukuk
3)Uluslararası Politika
Uluslararası İlişkiler, uluslararası sistemin güç mücadelesini tarihsel süreklilik içinde değişen egemen güçlerin ideolojik, siyasal ve ekonomik taleplerini yansıtır.
Uluslararası İlişkiler, başta devletler olmak üzere uluslararası sistem içerisinde yer alan çeşitli odaklar arasındaki öncelikle siyasal, hukuksal ve ekonomik ilişkileri inceleyen ve analiz eden bir bilim dalıdır. Bu anlamda eklektik bir disiplin olan uluslararası ilişkiler, dünyada yer alan toplumların siyasal, hukuksal ve ekonomik özelliklerinin ‘’dış’’a ilişkin yönlerini ele alarak irdelemektedir.
Uluslararası İlişkiler kavramını ilk defa XVIII. Yüzyılın sonunda J. Bentham tarafından kullanılmış ve bundan sonra da kullanılagelmiştir. Uluslararası İlişkiler bir tür dış siyaset bilimi niteliğine sahiptir. Uluslararası İlişkiler incelenirken devletler arasındaki barışa veya savaşa yönelik ekonomik, politik ve kültürel ilişkiler, uluslararası örgütlerin oynadığı rol, uluslar aşırı güçlerin yaptıkları etki ve devlet sınırlarını aşan mübadeleleri bir bütün olarak ele alınmaktadır.
Uluslararası İlişkiler Disiplini, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında ortaya çıkan dünyaya yeni ve daha barışçı bir şekil verme arayışındaki idealist düşüncelerin toplamı olarak gündeme gelmiş, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise diğer sosyal bilim alanlarından farklılaşarak bağımsız bir yapıya girmiştir. Bununla beraber Uluslararası İlişkiler Antik Çağlara kadar inmektedir esasında.
1919 senesinde bir kürsü olarak David Davies tarafından kurulan disiplin ülkemizde ise ilk defa 1958 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenime başlamıştır. Daha sonraki yıllarda ise İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi bünyesinde diğer üniversitelerde bir program olarak açılmaya başlamıştır.
Kısaca Uluslararası İlişkiler; uluslararası politikayı, uluslararası ekonomik ilişkileri, uluslararası hukuku ve uluslararası güvenlik ilişkilerini içerir.
Bir ilişki türü olarak Uluslararası İlişkiler M.Ö. 3000 ilâ 4000 yıları arasında hüküm süren Sümer şehir devletleri ile başlatılabilir. Kadeş Antlaşması ise en eski en önemli uluslararası belgedir. Yine M.Ö. Çin’deki devletlerin ilişkileri de bunun eski örnekleri arasındadır. Bununla beraber bir disiplin olarak Uluslararası İlişkilerin miladı olarak 1648 tarihli Vestfalya Antlaşması gösterilir. Vestfalya Antlaşması, 30 Yıl Savaşları ile Katolikler ve Protestanlar arasındaki savaşı sona erdirmiş ve dünyanın milli devletlere bölünmüş bir yapı arz ettiğini kabul ederek modern manada uluslararası ilişkilerin başlangıcı sayılmıştır. Ortaçağ sisteminin yerini uluslararası arenada devletler almıştır.
1919’da Uluslararası İlişkiler disiplininin doğmasında en önemli etken savaşı önleme ve barışı muhafaza etme düşüncesidir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında daha net olan Uluslararası sistem 1989 Berlin Duvarı’nın yıkılması ve akabinde SSCB’nin yıkılması ile daha kompleks bir hâl almıştır.
Disiplinler arası bir disiplin olan Uluslararası İlişkiler başta siyaset bilimi, tarih ve hukuk olmak üzere iktisat, sosyoloji, felsefe, coğrafya, psikoloji ve antropoloji ile devamlı bir ilişki ve etkileşim içindedir. Çalışma alanı çok geniş olan Uluslararası İlişkiler küreselleşme ve küreselleşmenin devlete ve topluma etkileri, sürdürebilir kalkınma, nükleer yayılma, terörizm, organize suçlar, milliyetçilik, insan hakları, çevre sorunları, güvenlik, çok uluslu şirketler, uluslararası örgütler, uluslararası kamuoyu, açlık ve su kaynakları, stratejiler gibi olguları incelemektedir.

ULUSLARARASI AKTÖRLER:

1)DEVLETLER: Uluslararası politikayı genel olarak devletler arasındaki siyasal ilişkiler belirlediği için devletler, uluslararası politikanın temel aktörleridir.
2)HÜKÜMET DIŞI AKTÖRLER: Hükümeti temsil etmeyen, lobi yaparak ya da başka bir şekilde uluslararası kamuoyunu harekete geçiren unsurlardır. Sivil toplum örgütleri, siyasal gruplar, baskı grupları, örgütlü çıkar grupları. Bunlara örnek olarak Ermeni Lobisi, Yahudi Lobisi gibi.
3)ULUSLARARASI ÖRGÜTLER: En az iki devlet tarafından oluşturulan uluslararası örgütlerdir. NATO, KEİB, NAFTA; SEATO, AB, EFTA, OPEC, OECD, ECO; UNCTAC, IMF gibi.
4)ULUSLARAŞIRI ÖRGÜTLER: Ulusal üstü örgüttür. Avrupa Birliği bu türden olup ulusal menfaatin yerine birliğin menfaatini esas alır.
5)ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER: Bu şirketler yatırım yaptıkları ülkelerin politikaları üzerinde de etki yapabilecek güce ulaşmışlardır. General Motors, Exxon, Ford, IBM, ITT gibi. Genelde bu tür şirketler ABD kökenlidir.
6)BİREYLER: Sınırlı da olsa bireylerin de uluslararası politikada etkileri vardır. Örneğin, Hint evsizlerine yardımı ile Rahibe Terasa, Afkika’da aç insanlara yardımı ile Bob Geldaf.

ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİ :

1)DİPLOMASİ TARİHÇİLERİ: Dış politika ve diplomasiyi bir sanat olarak görürler. Her tarihsel olay ve olguyu tek tek ve bütün ayrıntıları ile ele alırlar ve genelleme yapmazlar.
2)İDEALİZM: Birinci Dünya Savaşı sonrasında savaşı engelleme ve barışı sürdürme amacını taşımaktadır. Liberal teoriyi de içinde barındıran bu teoride devletler salt siyasi değil ekonomik ilişkilerle de birbirine bağlıdır. Savaş yıkıcı olmasından dolayı zararlı olarak görülür. ABD başkanı W. Wilson ile yükselişe geçen teori İkinci Dünya Savaşı ile itibarını yitirmiştir. İdealistler uluslararası sistemde devletlerin uyacakları kuralları geliştirerek sürekli barışı tesis etme amacı güderler. Dante Alighieri’nin Monarşi üstüne yazdığı eser ilk örneğini teşkil eder. Duc de Sully Dubios, Cruce Rousseau, Bentham ve İ. Kant uluslararası örgütlenme ile geliştirilecek hukuk kuralları sayesinde uluslararası barışın sağlanacağına inanırlar.
3)REALİZM: Uluslararası sistemin temel aktörü devletlerdir. Devletler çıkarları doğrultusunda hareket edip iktisadi ve askeri güç peşinde koşarlar. Güç dengesi ve çıkar ön plândadır. İkinci Dünya Harbi ile yükselişe geçen bu teorinin temsilcileri Thucydides, Morgenthau, Machiavelli ve T. Hobbes’tir.
Siyasal idealizmin, 1930’da Almanya’da Nasyonal Sosyalizmin iktidara gelmesiyle itibar kaybetmesi üzerine yerini 1970’lere kadar sürdürecek olan Realizm almıştır. Uluslararası politika herkesin herkesle çatıştığı bir kaos ortamıdır. Bu güç mücadelesinin aktörleri devletlerdir. Uluslararası politika milli çıkara dayandığı için devletler duygusal hareket etmezler yani ulusal çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yaparlar. Bu sebeple uluslararası hukuk ve uluslararası örgütler çok faydalı olamazlar. En önemli temsilcisi Uluslararası Politika kitabıyla Hans Morgenthau’dur.
4)YENİREALİZM/GERÇEKÇİLİK: Klasik ve neoklasik akımın bazı unsurlarını kabul etmekle beraber insan tabiatına vurgu yapar ve devletin ahlaki boyutunu reddederek bilimsel bir yaklaşım geliştirir. Bu teorinin kurucusu olarak da Kenneth Waltz kabul edilir. Uluslararası sistemin anarşik bir durum arz ettiğini söyler. Gücün askeri yönüne büyük ağırlık verilmesi, iç ve dış politika arasındaki etkileşimin önemsenmemesi, karşılıklı bağımlılığın göz ardı edilmesi gibi hususları eleştirir.
5)DAVRANIŞSALCI AKIM: Doğa bilimlerindeki bilimsellik ölçütünün sosyal bilimlerde de uygulanabileceğinden hareket eder. Dış politikada ölçülebilirlik ve karşılaştırılabilirlik konularını ele alır.
6)YAPISALCILAR: Kökeni Durheim ve Marx’a kadar uzanır. Özelliği toplumsal olayların bir bütün olarak irdelenmesidir. Dünya ekonomisi, üretim biçimi, toplumsal sınıflar arasındaki ilişkileri ön plâna çıkartırken, devletler sistemini ikinci plâna iter.
7)ÇOĞULCU PERSPEKTİF. Gerçekçi ve realist akımların izlerini taşıyan ve devlet merkezli bakış açısını zorlayan özellikle de karşılıklı bağımlılık olgusunu öne çıkaran bir yaklaşımdır. Devletler arasındaki siyasal sınırların giderek azaldığını, iç-dış politika arasındaki ayrımın oldukça güçleştiğini, uluslararası politikanın ekonomik olaylardan giderek daha fazla etkilendiğini savunmaktadır.

ULUSLARARASI İLİŞKİLER SİSTEMİ:

I-DIŞ POLİTİKAYI ETKİLEYEN FAKTÖRLER:

A)GENEL ORTAM:
1)Fiziki Çevre: Coğrafi/topografik yapı, denizler, mevki ve jeopolitik yapı, tabii kaynaklar..
2)Beşeri Çevre: Nüfus ve nüfus hareketleri, etnik ve dinsel farklılıklar..

B)İÇSEL ORTAM:
1)Sosyo-politik yapı:
a)Siyasal rejim,
b)Kamuoyu.
2)Karar Alma Süreci:
a)Karar alma zemini,
b)Karar alıcılar.
3)Dışsal Ortam:
a)Güç dengesi,
b)Uluslararası Hukuk,
c)Uluslararası Örgütler.

II-DIŞ POLİTİKA ANALİZİNDE GÜÇ YAKLAŞIMI:
1)Askeri güç/Ekonomik güç: Gücün temel öğeleri,
2)Gücün Üçüncü Boyutu:alanı, yelpazesi ve kapsamı.

III-DIŞ POLİTİKA ANALİZİNDE KARAR ALMA SÜRECİ:
1)Bilgi, imaj, algılama.
2)Durum tanımlama,
3)Seçenekler arasındaki tercih.
4)Karar alınması ve uygulanması.

IV-BAŞLICA DIŞ POLİTİKA AMAÇLARI:
1)Varolmaya ilişkin,
2)Güvenlik, prestij yelpazesi üzerine,
3)Uzun vadeli, jeopolitik ve ideolojik amaçlar,
4)Statükocu ve emperyalist amaçlar.

V)DIŞ POLİTİKA ARAÇLARI:
1)SİYASAL ETKİ ARAÇLARI:
a)Diplomasi,
b)Propaganda,
c)Siyasal araçlarla siyasal etki yaratma:
-Önlem Yoluyla:
*İkna,
*Vaat veya tehdit,
*Oldu-bitti,
*Çözüm önerme.
-Önlem Yoluyla:
*Diplomatik kanallarla,
*Sosyo-politik önlemler,
*Akeri mobilasyon,
*Diplomatik ilişkilerin kesilmesi.

2)EKONOMİK ETKİ ARAÇLARI:
a)Dış Ticarete İlişkin;
-Boykot,
-Ambargo,
-Abluka.
b)Fiziki Önlemler:

3)ASKERİ ETKİ ARAÇLARI:

4)KARMA ETKİ ARAÇLARI:

ULUSLARARASI İLİŞKİLER SİSTEMİNİN TARİHİ SEYRİ:

XVI. ASRA KADAR AVRUPA: XVI. asra kadar Avrupa’da siyasal örgütlemelerden söz edilemez. Milli devletler yok ve etnik ulus kavramı daha oluşmuş değil. Rönesans İtalya’sının en önemli özelliği diplomasi kurumlarını oluşturması ve geliştirmesidir. Diplomatların raporlarına çok önem verilmiş ve diplomatlar uluslararası bilgi kaynağı olarak görülmüştür.
XVI. ve XVII. YÜZYILDA AVRUPASI: Kilise ve manastırlar, monarklar ve küçük cumhuriyetlerin yerini hanedanlıklar ve bunların temsil ettiği merkezileşmiş siyasal üniteler almaya başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu, gücünün zirvesinde olup doğudan ve Akdeniz’den Avrupa’yı tehdit etmektedir. Osmanlı Türkiyesi, Avrupa’nın uluslararası siyasetinde etkindir.
XVIII YÜZYIL AVRUPASI: Diplomatik etki ve askeri kapasite bu asırda büyük devletler arasında nispeten eşit bir şekilde paylaşılmıştır. İttifaklar sürekli şekilde değişen çıkarlara dayanmaktadır ancak ideolojik amaçlı ittifaklar söz konusu değildir. Bununla beraber Osmanlı İmparatorluğu’na karşı dini-ideolojik ittifaklar kurulmuştur. Sistemde savaşlara oldukça sık rastlanmaktadır. Bu asrın en önemli özelliği güç dengesi kurallarının tam manasıyla uygulanmış olmasıdır. Gerektiğinde düşmanla bile ittifaklar yapılmış ve gerektiğinde tarafsız politikalar izlenmiştir.
XIX. YÜZYILDA ULUSLARARASI SİSTEM: Sıradan insanlar da siyasal yaşama katılmaya başlamıştır. Milliyetçilik hareketleri hız kazanmış, imparatorlukları zorlamaya başlamıştır. Diplomasi ve dış politika karmaşık bir hâle gelmiştir. Bilimsel ve teknolojik icatlar savaşlarda uygulanmaya başlamıştır. İdeolojik öğeler ortaya çıkarak çatışma ortamı yaratmaya başlamıştır. Bunun ilk örneği Fansız İhtilâlidir! Uluslararası sisteme yeni devletlerin eklenmesi ile uluslararası sistemin sınırları genişlemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük devletler arasındaki yeri sarsılmış ve Türkiye yeni ittifaklar yoluyla denge politikası izlemeye yönelmiştir. İmparatorluk Bununla beraber Avrupa’daki ittifak ve anlaşmaları ise kuşku ile izlemiştir.
XX. YÜZYILDA ULUSLARARASI SİSTEM: Devlet dışındaki aktörler de uluslararası politikaya katılmaya başlamıştır. Balkanlar’da milliyetçilik hareketleri Osmanlı Türkiye’sini fazlası ile rahatsız etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu denge siyaseti izlemeye devam etmiş ve imparatorluk içinde farklı ideolojiler öne çıkmıştır. I. Cihan Harbi sonrasında Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları da parçalanmıştır. Rusya’ya komünizm hâkim olmuştur. Nükleer silahlar ortaya çıkmıştır. İdeolojik çatışmalar uluslararası politikaya egemen olmuştur. İki büyük dünya savaşı bu asırda yaşanmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş dönemi ile İki Kutuplu Sistem dünyaya hâkim olmuştur. 1960’lardan itibaren gevşek iki kutuplu sisteme geçilmiş ve sınırlı bölgesel savaşlar yaşanmıştır. 1980’lerden 1990’lara kadar uluslararası sistemde yumuşama başlamıştır. Salt I-II görüşmeleri ile stratejik silahlar üzerinde ABD ve Rusya arasında anlaşmalar yapılmıştır.
XXI. YÜZYILA GİRERKEN ULUSLARARASI SİSTEM: Gorbachhev’un SSCB’nin başkanı olması ile komünist dünyada yenileşme hareketleri Sovyet sistemin sonu olmuştur. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ile İki Kutuplu Sistem çökmüştür. 1991’de ise Doğu Bloku dağılmıştır ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği parçalanmıştır. Körfez Savaşı ile de ‘’Yeni Dünya Sistemi’’ olarak adlandırılan bir sistemden bahsedilmeye başlanmıştır. İki Kutuplu Sistemin yıkılması ile uluslararası sisteme istikrarsızlık ve karmaşa hâkim olmuştur. Belirleyici öğe olan askeri güçten ekonomik ve mali yöne doğru bir kayma başlamıştır. Örneğin, Avrupa Birliği.

ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE BAZI TEMEL KAVRAMLAR:

Abluka: Bir devletin dışarı ile olan ilişkisinin zor kullanarak ya da tehdit yoluyla kesilmesi.
Açık Diplomasi: Diplomatik görüşmelerin, hak ve sorumlulukların kamuoyunun bilgi ve denetime açık olması.
Agremon: Atanan elçinin, atanılan ülke hükümeti tarafından kabul edilmesi.
Ambargo: Hedef ülkeye yapılan ihracat ve taşımacığa yasak getirmek.
Antant: Anlaşmaların sonucunda yapılan ortak hareket etme birlikteliği.
Antisemitizm: Yahudi aleyhtarlığı, Yahudi düşmanlığı.
Antlaşmaların Çatışması: Aynı konuyu işleyen anlaşma hükümlerinin birbiri ile bağdaşmaması.
Antlaşmaya Katılma: Antlaşmaya taraf olmayan ülke ya da ülkelerin sonradan o anlaşmaya dahil edilmesi.
Apartheid: Güney Afrika’da beyaz olmayanlara karşı uygulanan siyasal ve ekonomik ayrımcılık.
Arabuluculuk: Üçüncü bir devlet ya da uluslararası hükmî kişisinin yardımına başvurma.
Ardıllık: Yeni kurulan devletin eski devletin külfetini taşıması.
Asimilasyon: Bir toplumdaki etnik ya da kültürel azınlıkların hakim kültür içerisinde eritilmesi süreci.
Ateşkes: Silahlı çatışmanın geçici ya da belli süre durdurulması.
Ayrım Gözetilmeme İlkesi: Tüm devletler ya da yurttaşların arasında eşit davranılmasını öngörerek her türlü hukuksal ayrımın yasaklanmasıdır.
Bağımlılık: İki ya da daha fazla uluslararası politika biriminin simetrik olmayan bir etki ilişkisi içinde bulunmaları.
Bağımsızlık: Bir devletin başka devletlere siyasi, askeri ve ekonomik olarak boyun eğmeme durumu.
Bağlantısızlık: Bloksuzluk. Uluslararası politikaya kayıtsız olmayıp bilakis aktif bir politika izlerler. II. Dünya Savaşı sonrasında Hindistan, Mısır, Asya ve Afrika’da yeni bağımsızlığını kazanmış devletlerce kurulmuş bir teşkilat.
Barış İçinde Bir Arada Yaşama: SSCB’de ortaya atılan kapitalist ve sosyalist ilişkilerin savaşa yol açmadan sürdürebileceğini ileri süren yaklaşım.
Böl ve Yönet: Bir ülkenin iç çelişkilerinden faydalanarak çatışmayı sıcak tutup ilgili devletin güçsüz kılınması ve üzerinde denetim kurulması.
Casus Foederis: Birinin diğerini haklı yardıma çağırması.
Caydırma: Gelebilecek nükleer saldırıyı önlemek maksadıyla misliyle karşılık verebilme durumu.
Çevreleme Politikası: ABD’nin SSCB’yi çevreleyen ülkeleri yanına çekerek, kuşatma politikası.
Çok Başlıklı Füze: Birden çok nükleer başlık taşıyabilen füzenin aynı hedefi vurabilmesi.
Çok Taraflı Kuvvet: Batı Blokunda 1960’larda ortaya çıkan nükleer silahların kullanımı paylaşma stratejisi.
Daimi Tarafsızlık: Hem savaş hem barış dönemlerinde izlenen tarafsızlık politikası.
De Jure: Devleti ya da hükümeti tam, kesin ve hukuki olarak tanımak.
De Facto: Bir devleti fiili, dereceli, hukuki ilişkilerde sınırlı olarak tanımak.
Dengenin Dengeleyicisi: XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Avrupa’da, ittifaklar karşısında ittifaklar oluşturma veya denge anlayışında üçüncü öğede zayıf kalan tarafın yanında yer alarak dengeyi sağlamak.
Detant Sistemi: Marton Kaplan’ın uluslararası sistemi açıklayan teorisi. ABD ve SSCB arasındaki olumlu gelişmelerin varsayımına dayanır. SSCB daha açık toplum olmaya, ABD’nin ise muhafazakâr tutumunu yumuşatma eğilimine vurgu yapar.
Dış Borç: Bir ülkenin, ülke dışı kaynaklardan sağladığı para ve sair olanakları ödünç alması.
Dış Politika: Bir devletin dışa ilişkin siyasi, ekonomik, hukuki vb tüm tutumları benimsemekle beraber daha çok siyasi ve diplomatik ilişkiler olarak düşünülür.
Dış Politika Amaçları: Bir ülkenin dış politikasının yöneldiği genel hedeflerdir. Temel amaç öz varlığını korumak, savunmasını güçlendirmek ve son olarak uluslararası arenada etki yapmaktır.
Dış Politika Stratejisi: Dış politika amacına ulaşmak için yöneltilen genel politikalar.
Diplomasi: Geniş manada bir devletin tüm dış ilişkilerin; dar anlamda ise bir hükümetin belirli konulardaki kanı ve görüşlerinin diğer devletlerin karar alıcılarına iletmesidir.
Diplomat: Devletini uluslararası düzeydeki ilişkilerde temsil etmekle resmi olarak görevlendirilmiş özel kişilerdir.
Diplomatik Protokol: Diplomatik misyon üyeleri arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar bütünüdür.
Drago Doktrini: Arjantin dışişleri bakanı tarafından borçlu ülkelere zor kullanılmasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu ortaya koyan görüşü.
Eisenhower Doktrini: ABD başkanı Eisenhower’in Ortadoğu politikası. SSCB tehdidine karşı Ortadoğu ülkelerine askeri ve ekonomik yardım yapılması görüşü (1957). ABD’nin bölgede İngiltere ve Fransa’nın boşluğunu doldurma politikası.
Emperyalizm: Bir devletin kendi sınırları dışında yaşayan başka halklar üzerinde onların rızası olmaksızın denetim kurmayı amaçlayan dış politikası.
Esnek Karşılık Stratejisi: 1960’dan sonra NATO’nun kabul ettiği askeri strateji. Karşı bloktan gelebilecek saldırının niteliğine göre uygun şekilde karşılık vermeyi amaçlayan savaş politikası.
Etki Alanları: Bir devletin kendi çıkarları doğrultusunda egemenliği altında bulunmamakla beraber denetim hakkı iddia ettiği yabancı topraklar.
Etnosentrizm: Kendi etnik grubunun ya da kültürünün diğerlerinden üstün olduğu tezi.
Güç Dengesi: Bir güç karşısında onu dengeleyecek güç veya güçlerin varolması.
Güç Yaklaşımı: Çağdaş temsilcisi H.J. Morgenthau’dur. Devletler milli çıkarları peşinde koşarlar. Bu çıkarlarını gerçekleştirmek için de güce ihtiyaçları vardır. Silahlanma, ittifaklar oluşturma, tazminat alma, ‘’böl ve yönet’’ stratejileri güç artırmanın yollarıdır.
Haberalma: Bir devletin diğer devlet veya devletlerin gücüne, etkinliklerine ve olası hareket yönleri ile niyetlerine ilişkin bilgi toplaması.
Hakkı Yitirici Vazgeçme: Uluslararası hukuk kişisinin sahip olduğu haklarından tek taraflı vazgeçme durumu.
Hallstein Doktrini: Federal Almanya’nın Doğu Almanya’yı tanıyan devletlerle olan ilişkisini kesme politikası.
Harmel Raporu: 1967, NATO’nun Doğu ile olan ilişkilerini iyileştirmesine yönelik raporu.
Hiyerarşik Uluslararası Sistem: Bir devlet ile diğerleri arasındaki güç pozisyonu simetrik olmayan bir dağılım göstermektedir. Hegemonya kurma biçimi.
İç Sular: Esas hattın berisinde kalan deniz parçası.
İçişlerine Karışma: Bir ülkenin iç meselelerine müdahale etme.
İkinci Vuruş Yeteneği: Nükleer saldırı sonrasında karşı tarafa cevap verebilme yeteneği.
İlhak: Bir devletin bir başka devlete ait olan veya sahipsiz bir toprak parçasını kendi ülkesine katması.
İrrendentizm: Bir devletin başka ülkelerde yaşayan soydaşı ve yakınları üzerinde hak iddiasında bulunması ve toprak talep etmesi.
Kamuoyu: Genel manada belirli bir sorun karşısında fikir ve kanaat sahibi olan kişilerden oluşan grup.
Kapalı Diplomasi: Başka deyimle saray diplomasisi de denir. Görüşmeler gizli yürütülür.
Karar Alma Yaklaşımı: Davranışçı sosyal bilim anlayışı çerçevesinde sosyoloji, sosyal psikoloji, haberleşme ve örgüt teorileri ile ilgili olarak bir uygulama alanına sahiptir. Devlet, kendi adına resmi kararları alan karar alıcılar olarak tanımlanmaktadır.
Kendi Kendini Sınırlama: Hukuk, gücünü devletin varlığından alır. Hukukun belirli konularda kendini sınırlayarak siyasileri ilgilendiren konularda susmasıdır.
Kıta Sahanlığı: II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıktı. Karasularının dışında 200 metre derinliğe kadar olan deniz parçasını kapsar.
Kitlesel Karşılık Stratejisi: Karşı tarafın kullandığı silahın türüne bakılmaksızın nükleer silah ile karşılık verilmesi stratejisidir (1954).
Kadifikasyon: Uluslararası hukuk krallarının sistematik olarak yazılmasıdır.
Konferans Diplomasisi: İkiden fazla devlet temsilcisinin bir araya gelerek sorunları çözüme bağlama girişimleri.
Kültürel Diplomasi: Aralarında kültürel yakınlık olan ülkelerin daha da yakınlaşması amacıyla yapılan görüşmeler.
Manda Yönetimi: Vesayet sistemi. I. Dünya Savaşı sonrası müttefiklerin işgal ettikleri ülke halkalarına uygulamak istedikleri veya uyguladıkları vesayet sistemidir. Mandater devlet mandasından dolayı Milletler Cemiyetine karşı mesul tutulmuştur.
Mekik Diplomasisi: Her iki taraf üzerinde etkisi olan üçüncü ülkenin taraflar arasında aracı olarak sürekli görüşmelerde bulunması.
Meşru Müdafaa: Saldırıya karşı kendini koruma hakkı.
Montroe Doktrini: 18. ve 19. asırda ABD’nin yalnızlık politikası. Yani Avrupa işlerine karışmayacak buna mukabil Avrupalılar da Amerika kıtasına müdahale edemeyeceklerini ilan eden notası.
Mülteci: Siyasi olaylar nedeniyle ülkesini terke mecbur edilmiş ve herhangi bir ülkenin diplomatik himayesi altında olmayan kimselerdir.
Otarşi: Bir ülkenin iktisadi alanda kendi kendine yeterli hale gelmesidir.
Oydaşma Doktrini: Uluslararası hukuk kaidelerinin çoğunluğun rızasına göre ortaya çıktığını savunan yaklaşım.
Oyun Teorisi: Rakiplerin birbirilerini gözleyerek en yüksek faydayı elde etmek için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini saptamaya çalışan yaklaşım.
Parlamenter Diplomasi: Birleşmiş Milletler içerisinde çeşitli siyasal anlayışları temsil eden ülke temsilcilerinin yürüttüğü diplomasi.
Persona Non Grata: Diplomatik temsilcinin kabul edilmesine persona grata, kabul edilmemesine ise persona non grata denir.
Rıza Doktrini: Uluslararası arenada devletler ancak kendi rızaları ile kabul ettikleri kurallarla bağlıdırlar.
Sistem Analizi: Rasyonel karar vermede yardımcı olan tekniklerden yararlanma. Geniş anlamda tüm bilgi alanları arasında bir ilişki kurmaya çalışan sistem.
Tarafsızlık: Savaş halinde fiili ve hukuki olarak savaş dışında kalmak.
Thalweg Çizgisi: Ülke sınırları belirlenirken kullanılan hayali hat.
Tırmanma: Sınırlı bir çatışmanın giderek yoğunlaşması.
Ulusal Moral: Bir ulusun, hükümetinin dış politikasını savaşta ve barışta desteklemesi.
Ulusal Güç: Bir devletin sahip olduğu siyasal, askeri ve iktisadi güçlerinin toplamı.
Veraset Sistemi: Birleşmiş Milletler’de manda rejiminin yerini alan biçim. BM’nin 76-77 ve 79. maddeleri buna ilişkindir.